TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ GÜVENLİK SORUNU
Türker Ertürk

TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ GÜVENLİK SORUNU

Bu içerik 833 kez okundu.

Geçen yazımda; ABD Başkanı Trump’ın 18 Aralık 2017’de açıkladığı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nin ülkemiz, bölgemiz ve yer küremiz için ne anlama geldiğini anlatmaya çalışmıştım. Bugünkü yazıma ise, bu belgeden ülkemiz için alınması gereken bir dersle başlamak istiyorum.

Trump, belgeyi açıklayan konuşmasında; “Sınırlarımızı koruyamazsak, ülkemizi koruyamayız. Sınırları olmayan bir ulus, ulus değildir” dedi. Bu söz esasında malumun ilanı veya bir hakikatin altının çizilmesiydi.

Seve Seve Can Vermeye Hazırım

Her devletin bir egemenlik alanı vardır. Bu egemenlik alanına ülke veya vatan denir. Her ülkenin de ulusal sınırları vardır. Ulusal sınırların korunması; o ülkenin güvenliğini ve bekasını çok yakından ilgilendirir. Hele bizim yaşadığımız coğrafyada, ulusal sınırların titizlikle korunmasında yapılacak bilinçli veya bilinçsiz yanlışlar, ülkemizi felakete götürür.

Ulusal sınırlarımızda nöbet tutan askerin verdiği bu tekmil; Asil Türk milletinin namus ve şerefini, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, sorumluluk bölgemde korumakla görevli gözetleyiciyim, gözüm sorumluluk bölgemde, kulağım komutanda, vatan ve millet uğruna seve seve can vermeye hazırım komutanım!” sanırım sınır güvenliğinin hassasiyetini yeterince göstermektedir.

Gözünü Kaçır, Geleni Geçeni Görme!

Ne yazık ki; halen ülkemizi yöneten iktidar iradesi ulusal sınırlarımızın bir bölümünü emperyalizme taşeronluk yaparak, çağdışı Siyasal İslamcı ideolojisini ve ayağı yere basmayan Yeni Osmanlıcı hayalini gerçekleştirmek için kevgir haline getirmiştir. Özellikle Suriye sınırını bekleyen askerimize; “gözünü sorumluluk bölgesinden kaçır, geleni geçeni görme” diye direktif vermiş ve Suriye’deki vekalet savaşının ateşine odun taşımıştır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin önemli ayaklarından olan Suriye’deki vekalet savaşına destek vermenin ülkemizi nereye getirdiğini yaşayarak gördük. Bu süre içinde, resmi rakamlarla ülkemize 4.5 milyon sığınmacı geldi. Bir bölümüne vatandaşlık ve mülteci statüsü verildi. Güney sınırlarımızın iktidarın tasarrufları ile delik deşik edilmesinin sağladığı durumdan istifade ile meydana gelen yasadışı ve kontrolsüz geçişleri de göz önünde bulundurursanız; Suriye ve Irak’tan Türkiye’ye doluşan insan sayısı 5,5-6 milyon arasında.  Bazı illerimizin ve ilçelerimizin nüfuslarının yüzde 10’dan bile daha fazlası bu insanlardan oluşuyor.

Saldım Çayıra, Mevla’m Kayıra!

İstihbarat raporlarına göre; Türkiye’ye doluşan bu insanların 35 bini IŞİD gibi radikal İslami örgütler safında terör olaylarına bulaşmış, kelle koparmış, kıtır kıtır adam kesmiş. Ayrıca; aralarında bilinmeyen sayıda IŞİD sempatizanı var. Bu insanların yüzde 90’ı Türkçe bilmiyor, geldikleri coğrafyada insani travmalar yaşamışlar, entegrasyonları için hiçbir tedbir alınmıyor, eğitim ve öğretimleri ise “Hak getire, haydi Allah rast getire” durumunda. Adeta; “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” anlayışı ile ulusal sınırlarımız içine doldurulmuş bu insanlar.

Bu durum; demografik sorunlar dahil gelecekte yaratacakları da düşünüldüğünde, Türkiye’nin en büyük ve en öncelikli iç güvenlik tehdididir. PKK’nın yarattığı ve yaratacağı tehdidin önceliği ve çapı bu seviyede değil. Ama iktidar iradesi de bu durumun ayırdında değil. Belki de iktidardan hiç gitmemek için bir avantaj olarak kullanmak niyetinde!
;
En Büyük Sorun İktidar

Bu sorunu başımıza iktidar açtı! Daha başkalarını açtığı gibi! Son çıkarılan KHK’lar; iktidar lehine adam öldürmeyi, katletmeyi ve terör yapmayı yasallaştırıyor. Artık ülkemizin güvenliğinin ve iç barışının önünde en büyük sorun; iktidar.

2018’e çok az bir süre kaldı! Umarız; yeni yıl ülkemize, bölgemize ve dünyaya barış getirir. 2017’nin bu son yazısını bir okur mektubu ile sonlandırırken, herkese mutlu yıllar dilerim.

Okur Mektubu

“Sayın Ertürk, 

Kıymetli Amiralim, 
Sevgili Paşam, 
Değerli Ağabeyim,

Ben, MEB bünyesinde 17 yıldır görev yapan bir İngilizce öğretmeniyim. 2001 yılında MEB kadrosuna geçtim. Ve o gün bugündür, sizin anlayacağınız AKP memuruyum!..

 

Öğretmenlik ve eğitimcilik yaşamımda; tüm kalbimle ve tüm azmimle bugüne kadar huzurunda eğitim ve öğretim verdiğim on binlerce öğrencime Allah’ın her milli günü ve haftasında, olmadı her fırsatta Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün aydınlığı adres gösteren akıl, bilim yolunu ve mücadelesini anlattım, öğrettim.

 

Sırf bu yolda, yani Mustafa Kemal'in Rönesansını anlattığım için (sizin çok sevdiğim deyiminizle) bilim egemen kafalı ve eleştirel akla sahip çağdaş toplumu ve çağdaş yaşamı anlattığım ve çocuklarımı bu yolda eğitmeye çalıştığım için defalarca ve onlarca müdür ve yardımcılarından telkin, eleştiri, uyarı ve tehdit aldım. Tabii ki bu tür kuru gürültülere pabuç bırakmadım ve her defasında dik durdum. Beni ezmeye çalışan bu zihniyete ve tehditlerine karşı yasa ve yönetmelikleri göstererek, tehditlerini yazılı olarak vermelerini resmi yollardan vermelerini talep ettim.  Tabii veremediler!

 

Ama zamanla uzun yıllardır alışagelen kumpas yöntemleri ile tarikatçı, cemaatçi ve AKP militanı öğretmen ve idareciler eliyle soruşturmalar, maaş kesme cezaları, kademe durdurma ve hatta sürgün yaşadım. 

 

Ben, kaderimi Mustafa Kemal’in menkıbesi ile özdeşleştirmiş bir Türk'üm. İşte bu onurla, sürgün kararnamemi boynuma bir madalya gibi asarak sürüldüğüm okulumda da ne pilavı ne de pilavdan dönen kaşığı düşünmeden, Atatürk'ün aydınlığının gelecek kuşaklarımızın istikbalini aydınlatması için çalışmaktayım. Ve şimdi de aynı azim ve kararlılıktayım hala ve son nefesime kadar.

 

Amiralim, Komutanım, Ağabeyim, ben iki erkek evlat babasıyım, eminim şimdi burada olsanız, ellerinizden saygıyla öperler. Bugüne kadar oğullarıma oyuncak tabanca, hatta havalı tüfek veya sapan bile almadım. Çünkü; onlar çağdaş olarak büyüsün, ataerkil güce değil, akıl ve bilime dayalı bir hayat sürsünler  istedim.

 

Durum böyleyken kıymetli Türker Abim, ülkemde uzun yıllardır uygulanan yalan, cehalet, kurnazlık ve İslamcı yönetimi önce şüphe, sonra tedirginlik, sonra korku ve şimdi dehşetle izlemekteyim. Son kanun hükmünde kararname (696 sayılı), yani sivillere karşıt görüştekileri yok etme, hatta infaz etme hakkı ve cezasızlığı veren kanunsuz hükümdeki ihanetname, beni derin bir dehşete düşürdü. Ardından sosyal medyada AK milis sevdalılarının verdiği silahlı, pompalı, uzun menzilli AK47'li fotoğraflar ve MEYDAN OKUYAN MESAJLARI beni panikletti. 

Durdurulmayacaklarına inanıyorlar...

 

Bunlar; köprüleri yakmışlar ve umurlarında değil! Şehirleri de ülkemizi de yakacaklar...

 

Peki, Mustafa Kemal'in aydınlık yolunun yolcuları olarak, ne zaman "GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER" diyeceğiz ve onun yoluna baş koyanlar için kim Samsun’a, Amasya'ya, Erzurum'a, Sivas'a gidecek? Bizi kim Kuvva-i Milliye’ye çağıracak? Biz kime güveneceğiz, gün geldiğinde sokak başlarını çapulcular çevirdiğinde, çoluk çocuğumuzu nereye bırakıp; "Ya İstiklal Ya Ölüm" diye nereye geleceğiz? 

 

NE YAPACAĞIZ?”

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
19 MAYIS 1919 TÜRK’ÜN DİRİLİŞ VE ŞAHLANIŞ GÜNÜNÜN ADIDIR
19 MAYIS 1919 TÜRK’ÜN DİRİLİŞ VE ŞAHLANIŞ GÜNÜNÜN ADIDIR
ERMENİLERİN KATLETTİĞİ 519 BİN TÜRK’ÜN ACI ÖYKÜSÜ
ERMENİLERİN KATLETTİĞİ 519 BİN TÜRK’ÜN ACI ÖYKÜSÜ