Sayın okuyucular, CHP İsveç Birliği’nin 21 Nisan 2024 günü yapılan olağan kongresinde çeşitli nedenlere bağlı olarak yapamadığım konuşmamı takdirlerinize sunuyorum.
Sayın Divan, sayın delegeler,
İsveç CHP Birliği’nin 5. Kongresi’ni gerçekleştirmenin gurunu ve memnuniyetini yaşıyorum. 2016 Şubat’ından bu yana ”Birlik” iyi ve olumlu işler başardı ama, bunun yanı sıra başaramadıkları şeylerde oldu. Her ne kadar seçimlere odaklı bir çalışma yürütülererek olumlu sonuçlar alınsa da ”Birliğe” özellikle genç üye kazandırmada yetersiz kalındı. Kültürel çalışmalar, kendi içinde tartışmalı toplantılar ve tartışılması gereken konular üzerinde çalışma yapılmadı. Elbette bu yalnız yönetime düşen bir görev değildir. Her üye bu yönde çalışmalar yaparak hem üye kazandırmakla hem de yönetimi yüreklendirmekle yükümlüdür. Ben de dahil tüm üyelerimiz bu konularda sınıfta kaldık.
CHP Genel Merkezi’nin korkaklığı, basiretsizliği, zayıf muhalefeti ve de politika üretmede yetersizliği ülkemizin bugünkü duruma gelmesine neden oldu. CHP İsveç Birliği de bundan nasibini aldı. Pasif polikalar izlemeye yöneldi. 2024 Yerel Seçimlerdeki başarı neye bağlı olursa olsun, Türkiye’ye, CHP’ye ve kendini iki arada bir derede hisseden insanlarımıza umut oldu. Umarım, bu başarıyı kalıcılığa dönüştürerek ve fazlasını da elde ederek önümüzdeki yıllarda yapılacak seçimlerde mevcut, absürt iktidara son veriririz.
Sayın delegeler,
Her şeyin bir bedeli vardır. Kimi şeyler için bedelin fazlasıyla ödenmesi gerekir. Vatanın bütünlüğünden, Cumhuriyet’in varlığından ve laik demokrasiden ödünler verilmez sadece ve sadece bedel ödenir.
Bugün biz burada bu konuları konuşuyorsak, bunu bizden önce bedel ödeyenlere borçluyuz. Tatlı su demokratlığı ya da cumhuriyetçiliği potasında bir ilerleme, bir gelişme sağlayamayız ve havanda su dövmekten de öteye geçemeyiz. Şapkamızı önümüze koyarak gerçekçi bir düşünce tarzıyla hareket etmek zorundayız.
Konuşmamın sonunda söyleyeceğimi başında söyleyeyim: Atatürkçü olunmadan CHP’li olunmaz. CHP demek Atatürk demektir, Atatürk demek CHP demektir. Atatürk, ”Benim iki büyük eserim var: biri Cumhuriyet, öteki Cumhuriyet Halk Partisi” der. Burada söz konusu olan Atatürk’ün yaptığı devrimler, ortaya koyduğu ilkeler ve Cumhuriyet değerleridir. Bunların sürekli olarak ileriye götürülmesi genç kuşaklara aktarılması demektir. Atatürkçülük demek anti-emperyalizm demektir. Emperyalizmle senli benli olmak bir başka söylemle hem emperyalizme karşı olmak hem de emperyalizmle canciğer kuzu sarması olmak. Bu ne yaman bir çelişkidir. İşte CHP’nin zaafı burada yatmaktadır.
Bu bağlamda, ”Bizim yolumuz 6.filoya karşı yürüyenlerin yoludur” diyeceksiniz ve TBMM’nde NATO’nun genişlemesi için Finlandiya’nın İsveç’in NATO üyeliğine ”evet” diyeceksiniz. Kusura bakmayın bayanlar, beyler; bu emperyalizmin uşağı, oyuncağı olmak demektir. Atatürk diyor ki, ”Arkadaşlarım ufuklarının yettiği yere kadar benimle birlikteydiler. Ondan sonrasında bana karşı oldular.” İşte CHP yöneticilerinin durumu budur. Gözlerine at gözlüğü takmış, fazlasını yani daha ilerisini göremiyorlar. CHP’de bir öngörüsüzlük anlayışın hakim olduğunu görüyorum. Yine söylüyorum, bu durumu yeni yönetimle aşamayı umuyorum. CHP, masaya yumruğunu vurmalıdır. Gerekirse yüz binleri arkasından sürüklemelidir.
Sayın delegeler,
Büyük önder M. K. Atatürk, ”Gerçekleri konuşmaktan korkmayınız” der. CHP’nin 1931 yılındaki 3. Olağan Kurultayında; ”Partide bir yanlışı, bir eksikliği gördüğünüz zaman kayıtsız, şartsız eleştireceksiniz. Yapılan bir yanlışa müsamaha göstermek, son derece yanlıştır, mahsuru faydasından büyük olur” diyerek delegeleri dolaysıyla CHP’lileri uyarmıştır. Bu uyarı dikkate alınsaydı, bugün bambaşka bir CHP’ye sahip olacaktık.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 2. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin gölgesine sığınarak ekonomiden üretime ve eğitimde Amerikan projelerine onay vermesi ve de Köy Enstitülerinin kapanmasının önünü açması affedilir bir durum değildir. 1938’de Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel 1946 yılında eğitimdeki olumsuz gelişmeler ve dayatmalar üzerine istifa etmiştir. Eğitimimiz Amerikalı uzmanlara terk edildi. Bugün sonuç ortadadır. Amerika 1946 yılından beri Ilımlı İslamı dayattı ve o yıllarda açılan Komünizimle Mücadele Dernekleri’yle propaganda yürüttü.
Ülkemiz 1938’den bu yana yani M. K. Atatürk’ün aramızdan fiziksel olarak ayrılmasının ardından birtakım olumsuz maceralara sürüklendi. Atatürk sonrası açılan Köy Enstitüleri ne yazık ki yine CHP’nin tek parti döneminde darbeler almaya başladı. 1946 ylında Amerika’nın da zorlamasıyla erken çok partili düzene geçtik. CHP, “Türkiye’de seçmenin çoğu sağcıdır, onlardan oy almak gerekir” diyerek yobazların yelkenine rüzgar üfürdü. Bugün cezasını çok kötü ödüyoruz.
Atatürk’le yollarını ayıran Kazım Karabekir 1944 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün isteği üzerine milletvekili oldu. 1946 yılında da TBMM’si başkanlığına seçildi. Karşı devrime yol açacak girişimlere başladı. Okulları ziyaret ederek sözde eğitimin durumu inceledi. Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nü ziyaretinden sonra söylediğ sözler, beyinlere kazandı. Şöyle diyordu: ”Bu okullar birer komünist yuvası olmuştur.” Evet yanlış duymadınız, aynen böyle diyordu. Kızlar ve erkeklerin aynı sınıflarda karışık oturması, elifba yerine Yunan filozoflarını, Fransız aydınlanmacılarını okuyarak tartışmaları, resimle, müzikle uğraşmaları, el ele halaya durmaları Karabekir’i söz yerindeyse büyük ölçüde rencide etmişti. Dolaysıyla bu okulları aynı zamanda ”ahlaksızlıkla” suçladı. İsmet İnönü buna ses çıkarmadı. Böylece karşı devrim hareketleri bizatihi CHP’nin kendi içinde başlamış oldu.
Oy kaygısyla açtığı İmam Hatip Okulları işin ayrı bir olumsuz yanıdır. İsmet İnönü’nün en büyük yanlışlıklarından biri de, belki en büyüğü; Marshall yardımı adında Amerikan hibesiyle ABD’nin kucağına oturmak, emperyalizme teslim olmaktır. Atatürkçülüğün üç belirgin özelliği vardır: 1. Atatürkçü antiemperyalisttir. 2. Atatürkçü devrimcidir. 3. Atatürkçü laiktir...
1950’lilerin başında çok partili yaşam ve Adnan Mederes’in iktidara gelmesi karşı devrim hareketlerinine ivme kazandırdı. Bu karşı devrim hareketlerinin önüne geçilemedi. 1960 ihtilâli ve 1961 Anayası kısmen özgürlüklerin önünü açsa da kısa süre sonra iktidarı ele geçiren Adalet Partisi Başkanı Süleyman Demirel, ”Bu Anayasa Türk halkına bol geliyor” diyerek budamaya başladı.
1972 askeri muhtırada büyük darbe vurdu. 1980 Askeri Cuntası ve Amerikalıların ”Bizim oğlanlar başardı” sevinciyle karşılandı. Devleti ele geçiren Kenan Evren dini pompalayarak karşı devrim ateşini iyice alevlendirdi. Arkasından gelenler siyasal İslamcılara, cemaatlara ve tarikatlara kucak açarak İmam Hatip Okullarıyla çağdaş eğitimi boğmaya başladılar.
2002 Kasım’da iktidarı ele geçiren AKP ve onun lider kadrosu 100 metre yarışına girerek karşı devrimi bugün ayyuka çıkardı. Tüm okullar İmam Hatipleştirilerek eğitim dinsel kimliğe büründürüldü. Üniversitelerin içi boşatıldı. Eğitim kadrolarına ehliyetsiz bilim adamları getirildi. Bugün, Şeriat isteriz, Hilafet geri getirilmelidir sloganları boşuna atılmıyor. Dün nasıl ki, parayla sokaklarda gözler alışsın diye türbanlılar, çarşaflılar dolaştırılmışsa, bugünde atılan sloganlara yavaş yavaş hilafet ısıtılmaya başlıyor. Hepinizin bildiği kurbağa hikayesi halkın bilincini esir almak için kullanılıyor.
İşte Büyük Önder M. K. Atatürk 1927 yılında, ”Kutsal bir ülkünün belirtisi olan cumhuriyet yönetimine karşı, çağdaşlaşmaya karşı belirsizlik, bağnazlık ve her türlü düşmanlık ayağa kalktığı zaman özellikle ilerici ve cumhuriyetçi olanların yeri, gerçek ilerici ve cumhuriyetçi olanların yanıdır” diyerek gelecekteki tehlikelere karşı cumhuriyetçileri uyarıyordu. Peki, dinledik mi, ya da ders çıkardık mı? Eğer bu sözlere kulak tıkamayıp, kulaklarımızı, bilincimizi açık tutsaydık, bugünkü absürt durumlara düşmezdik.
İşin kısaca özetini AKP’nin Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin yapıyor. Bakan, TBMM kürsüsünden "O sizin yaşadığınız eski Türkiye, o bitti. Vedalaşın uyanın, uyanın" diye haykırıyor. AKP’lilere göre eski Türkiye yok artık… Uyanacak mıyız ya da içi boş sözlerle kendimizi mi kandırmaya devam edeceğiz? Karar sizin daha doğrusu M. K. Atatürk’ün, ”Türkiye Cumhuriyeti'nden sonraki en büyük eserim Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’dir” sözünü unutacak mıyız? 10 Şubat 1991 yılında “Türkiye bugün ayakta duruyorsa, Atatürk döneminde atılan temellerin sağlamlığı nedeniyle duruyor” diyen Uğur Mumcu’nun sözüne kulak vermeliyiz. Biz atılan bu temelleri yeterince destekleyerek, besledik mi? Ne yazık ki, hayır demek zorundayım.
Yine Uğur Mumcu Kemalizmi 10 Kasım 1981’de yaptığı konuşmasında; “Kemalist model, kendine özgü devrimci bir çizgiyi oluşturmaktadır. Sanayileşmemiş, modern sınıfları oluşmamış, feodal yapı içinde kapalı kalmış toplumsal yapıların bu az gelişmişlik çemberini kırmaları için öngörülen siyasal yönetim biçimine, evrensel boyutlarda ‘Kemalist model’ diyoruz” diye tanımlıyor. Bugün, değişen birşey var mı?
CHP yönetimi, 2016 yılında sahte oylarla kabul edilen ”Şahsım devletine” sesini çıkarmadı. Anayasayı hiçe saydı. Aynı şey, Erdoğan’ın 3.kez Cumhurbaşkanı olmasına göz yumarak hatasını tekrarladı. Dolaysıyla AKP’liler bile bize, ”uyanın, uyanın” diye nutuklar atıyor ama biz uyumaya hem de emperyalizmin hoş ve güzel ninnileriyle uyumaya devam ediyoruz.
AKP 22 yılı aşan iktidarında Cumhuriyetin değerleri ve ilkelerini tek tek tasfiye ederken Atatürkçü, Kemalist ve kendini Cumhuriyetçi ve laik olarak tanımlayanlar olarak ne yaptık? Cumhuriyetin kaleleri tek tek fethedilirken, değerleri yok edilirken, tasfiye edilirken biz Cumhuriyet sevdalıları ne yaptık? Şapkamızı önümüze koyarak tekrar tekrar düşünmeliyiz.
Sayın delegeler,
CHP’nin gerçekleri dışlayan körlüğü, gelişen dünya ve ülke sorunlarına üstünkörü yaklaşımı, ben merkezciliği, koltuk sevdası, bir avuç insanı etrafına toplayarak içine kapanarak pasifleşmesi, seçmene yukarıdan bakarak lafazanlıkla propaganda yapması, somut bir şey üretememesi... CHP’li seçmen uzunca bir zamandır yanlış politikalarla pasifliğe mahkum edilmiştir. Dolaysıyla CHP’ye tabandan yeterince destek ve seçmen baskısı gelmemektedir. CHP’li seçmende “tıpış tıpış giderler ve oy verirler” felsefesi gibi yanlış seçim ve söylemler bıkkınlık yaratmıştır. Buna benzer sosyal durumlar daha çoğaltmak olanaklıdır. Bu tür nedenlerle kendini tehlikede gören akrebin kendi kendini öldürmesi gibi, CHP’de yanlışlıklarıyla kendi kendini yok edecektir. Ya bu durumdan kendisini kurtarır, gerçek kimliğine kavuşturulur ya da elzem olarak yeni bir parti kuruluşu gerçekleştirilir. Bu körlük daha uzun süre devam edemez.
Sözlerimi yine Uğur Mumcu sözleriyle tamamlamak istiyorum: “Atatürkçü düşünce yenilmedi, yenilmeyecek. Kuvayı Milliye ruhuna, ulusal onura, Anadolu Devrimi’ne, Aydınlanma çağına ve çağdaş özgürlüklere sahip çıkarak güçlenecek...” demişti. Yine de umutsuz değilim ama, bu böyle de devam etmez.
CHP İsveç Birliği’ne omuz veren, her koşulda katkı koyan herkese teşekkür ediyorum.
Sözlerimi ünlü şairimiz Rıfat Ilgaz’ın ”Kilim” adlı şiiriyle bitirmek istiyorum.
Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun
Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Sen ışık ol yumruk ol
Karayeller indirmeden başına çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol
Tam çağı işle başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Aç iki kolunu iki yana
Korkuluk ol
Evet, Anadolu insanı bazı durumlarda “Hiç birşey olamıyorsan, korkuluk ol” der. Ne yazık ki, Cumhuriyetimiz, değerlerimiz bir bir yok edilirken, korkuluk bile olamadık. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçeğindeki çağdaş Türkiye’yi kuramadık. Faşistlerin kullandığı sözü kullanmak istemiyorum ama, uyuduğumuz uzun uykudan uyanıp çağdaş bir Türkiye için sıkı bir mücadelenin içine girmek zorundayız. Bu, var ya da yok olmak meselesidir.
Saygılar sunuyorum.
20240421