7 Ekim’den bu yana Gazze’de, yaklaşık olarak 37 bin Filistinli öldürüldü. Yaralı sayısı ise yine yaklaşık olarak 85 bin. Bu katliam; planlanarak, bilerek, isteyerek ve dünyanın gözleri önünde yapılıyor. Başta ABD olmak üzere Batı ise halklarında farklı ve karşıt sesler çıkıyor olsa da bugüne kadar bu suça yardım ve yataklık yapmıştır.
ABD Başkanı Biden; Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde açtığı davayı ve bu davada İsrail’in soykırım suçu işlediğine ilişkin makul ön bulguları reddetmekle kalmadı, insanlığa karşı suçlar işlemekten dolayı İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant hakkında tutuklama emri çıkarılacak haberlerinin ardından, mahkemeye ve savcıya türlü yollarla baskı da yaptı.
Kızılderili Rezervasyonları Gibi!
İsrail; Gazze’de Hamas ile savaşmıyor, etnik arındırma yapıyor. Bu niyet sadece Netanyahu’ya ait değil. Arkasında İsrail’in devlet aklı var. Gerçek anlamıyla iki devletli çözümü İsrail istemiyor, hiçbir zaman istemedi! ABD başta olmak üzere Batı’da iki devletli çözümü ağzından düşürmeyenler de esasında iki devletli çözüme inanmıyor, bunu sadece politik bir argüman olarak kullanıyorlar. Eski ABD Başkanı Trump’ın 2020’de vizyona koyduğu ve Yüzyılın Anlaşması olarak takdim edilen planda da Filistinlilere kendi yurtlarında, aynen Kızılderililere layık görülene benzeyen, Batı Şeria’nın muhtelif yerlerinde ve Gazze’de rezervasyon bölgelerinden oluşacak sözde bir devletimsi yapı öngörülmüştü ama bu bile zamana ve şartlara bağlanmıştı.
İki devletli çözümü tamamen yok edebilmek açısından İsrail için en büyük tehdit; FKÖ ve bugün onun devam eden varlığı ile Filistin Ulusal Otoritesi’dir. Çünkü İsrail’in varlığını tanıyor, yan yana ve barış içinde iki devletli bir çözüm altında yaşamaya razı. Barıştan ve birlikte yaşamdan yana olan böyle bir iradeye karşı İsrail’in acımasızca savaş sürdürmesi, etnik arındırma yapması ve dünyanın desteğini alması mümkün değildi. Hamas ise İsrail’in varlığını ve yaşam hakkını kabul etmiyor. İşte buna karşı savaşın ve etnik arındırmanın meşruiyetini sağlamak daha kolaydı. Bu nedenle Hamas, İsrail tarafından desteklendi. Hamas bahane, gerçek niyet ise Şeria Nehri’nden Akdeniz’e kadar yekpare bir İsrail’dir.
Nükleer Silahın Hamas’a Karşı Caydırıcılığı Yok
İsrail; 1948’de yoktan, Arap denizi içinde bir ada gibi kuruldu veya kurduruldu. ABD ve Batı’nın sınırsız desteği olmasaydı, bu iş olmazdı. İsrail, Araplara karşı yaşamsal savaşlar verdi. Caydırıcı olabilmek için nükleer silahlara bile sahip oldu, zaman içinde. Ama günümüzde savaşın karakteri ve oyuncuları çok değişti. Nükleer silahların Mısır’a, Irak’a, Suriye’ye ve Suudi Arabistan’a karşı caydırıcılığı olabilir ama Hamas’a, İslami Cihat’a Hizbullah’a ve Yemen’deki Ensarullah’a karşı etkisi yok. Fakat İran nükleer silaha sahip olursa İsrail’e karşı etkin ve caydırıcı olur.
Ayrıca İsrail’in geleneksel tehditleri olan Mısır, Ürdün, Irak ve Suriye; 1978’de Mısır ile yapılan Camp David Antlaşması, 1994’de Ürdün ile yapılan Vadi Araba Anlaşması, Büyük Ortadoğu Projesi ve Arap Baharı kapsamında Irak ve Suriye’ye yapılan hamlelerle tamamen devreden çıkarıldı. Yüzyılın Anlaşması ve diğer Arap ülkeleri ile yapılan ve yapılması planlanan İbrahim Anlaşmaları ile de Filistin sorununun çözümünde en ufak ilerleme yapılmadan İsrail-Arap normalleşmesi planlanmıştı ama 7 Ekim’de Aksa Tufanı saldırısı ile bu plan şimdilik durdu.
Apartheid Rejimi
Bugün, İsrail’de liberal bir demokrasiden bahsetmek mümkün değil. Var olan demokrasi sadece Yahudiler için geçerli. İsrail devletinin siyasi sınırları içinde yaşayan Filistinlilerin 1.7 milyonu, yani yaklaşık olarak nüfusunun yüzde 20’si hariç, Batı Şeria ve Gazze’de yaşayanların vatandaşlık da dahil olmak üzere hiçbir hakları yok. Gazze’dekiler ise adeta açık hava hapishanesinde, tüm insan haklarından mahrum olarak yaşıyorlardı.
İsrail; kurulduğundan beri Filistinlilere karşı bir anlamda Apartheid Rejimi uyguladı. Aynen 1948-1994 arasında Güney Afrika Cumhuriyeti’nde azınlıkta bulunan beyazların çoğunlukta olan Afrikalılara karşı uyguladığı tahakküm politikası gibi. Bu süreç; Güney Afrika Cumhuriyeti’nde beyaz ırkın üstün olduğu ideolojisi ile yürütüldü. İsrail’de de bu insanlık dışı Apartheid Rejimi; Şeria Nehri’nden denize kadar olan coğrafyanın Yehova tarafından Yahudilere vadedildiği, seçilmiş oldukları ve bu konuda anlaşma yaptıkları dinsel efsanesine dayandırıldı. Tabii ki bu görüş ve yaklaşım tüm Yahudilere ve İsrail vatandaşlarına şamil edilemez.
Çözüm Netanyahu ile Mümkün Değil
1947’den 2024’e kadar Filistinlilerin yaşadıkları yerlerin değişimini gösteren İsrail haritasına baktığınızda; Filistinlilerin zaman içinde nasıl vatanlarından sökülüp atıldığını ve vatanlarında etnik arındırmaya tabi tutulduğunu kolaylıkla görmek mümkün. Aksa Tufanı ve akabinde yaşananlardan sonra iki toplumun barış içinde, birlikte yaşama şansı iyice yok oldu. Bu sorunun çözümü zordu, artık daha da zorlaştı. Yine de şartlar; iki devletli bir çözümü dikte ediyor.
Geçtiğimiz günlerde; İspanya, Norveç ve İrlanda, Filistin Devletini resmen tanıdı. İspanya Başbakanı Sanchez, Filistin Devleti’nin tanınmasının “uygulanabilir” olması gerektiğinin altını çizerek, “Gazze ve Batı Şeria aynı Filistin yönetimi altında, aralarında bir koridor ile birleşmeli ve Doğu Kudüs başkenti olmalıdır. Filistin Ulusal Yönetimi altında birleşmelidir” dedi. Netanyahu ile böyle bir çözüm mümkün değil. Netanyahu gitse de zor.
Tanınmak Yok Oluştan Kurtarmıyor
Filistin’i, Birleşmiş Milletlerin üçte ikisinden fazlasına denk gelen 140 civarında ülke tanıyor olsa da Batılı büyük güçlerden hiçbiri şu ana kadar bunu yapmadı. ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya, bağımsız Filistin Devleti'ni resmen tanımıyor. Ama 140 ülke tarafından tanınıyor olması da Filistinlileri kurtarmıyor, halen soykırıma tabi tutuluyor, yaşam alanları her geçen zaman dilimi içinde daha da daraltılıyor, vatanlarını kaybetmeye devam ediyorlar, ufukta görünen bir çözüm de maalesef yok.
Ya Kıbrıslı Türkler? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Türkiye dışında kimse tanımıyor. Tanınmaması için de büyük devletler baskı yapıyor ama bu durumun Kıbrıs Türkünün güvenlik ve bekasına pratikte olumsuz bir tesiri olmuyor. Eğer 1974’de Barış Harekatı yapılmamış olsaydı; aradan geçen bu süre içinde Kıbrıslı Türkler etnik arındırmaya tabi tutulacaklar, yaşam alanları ve vatanları ellerinden alınacak ve Kıbrıs topyekûn Yunanistan’a bağlanacaktı. 1963’de başlayan Kıbrıs Türk Toplumuna karşı kapsamlı ve sistematik saldırıları, Kanlı Noel’i, Akritas Planı’nı ve 1974’de Enosis’e yönelik olarak Yunan Cuntasının Nikos Samson liderliğindeki darbesini anımsamakta fayda vardır. Keşke Filistin Devleti tanınmasaydı ama kağıt üzerinde kalmasaydı ve bu acıları yaşamasaydı!