HAKAN GÜNER, “DEMOKRASİ BİR KÜLTÜR SORUNUDUR”

2015 yılında kurulan CHP İsveç Birliği Başkanı Hakan Güner’le uzun bir söyleşi gerçekleştirdik. Hakan Güner, “12 Eylül’e AKP neden faşist ya da faşizm diyordu? Aynı nedenlerle de kendisine faşist deniyor. Dolaysıyla bunu görmeleri gerekir” yorumunu yapıyor.

HAKAN GÜNER, “DEMOKRASİ BİR KÜLTÜR SORUNUDUR”
HAKAN GÜNER, “DEMOKRASİ BİR KÜLTÜR SORUNUDUR”
Bu içerik 2873 kez okundu.

MUSTAFA SÖNMEZ / İSVEÇ POSTASI
 

CHP İsveç Birliği yaklaşık bundan iki yıl önce kuruldu. Bu oluşum bir zorunluluk muydu?

Hakan Güner – CHP İsveç Birliği, CHP’nin yurtdışı birlikerinin bir parçasıdır. Yurdışı birliklerinin kurulma kararı 2012 de 16. olağanüstü kurultayda karara bağlanmış ve ondan  sonra bu birliklerin yurtdışında yaşama geçirilmesine çalışılmış. Buna bağlı olarak CHP İsveç Birliği de CHP Yurtdışı Birlikleri içerisinde yerini aldı. Bu bağlamda CHP’nin başlattığı bu oluşum elbetteki bir gereksinimdi ve hatta yurtdışı örgütelnmelerinde geç kalındığını da düşünüyorum. Avrupa’da ve diğer ülkelerde yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının oy kullanma hakkı da verildikten sonra bu örgütlenme biçimi kaçınılmaz hale geldi.

Bu kuruluşlarda yurtdışına çıkmış ya da çıkmak zorunda kalmış sol gelenekten gelen insanlarımızın ne tür bir rolü oldu?

HG - 12 Mart ve 12 Eylül’den sonra Avrupa’ya göç etmek zorunda kalmış insanlarımız var. Bunlar sol örgütlerden, sol gelenekten olan kişiler. Bunlar bulundukları ülkelerde de çalışmalarını sol örgüt ve partilerle dayanışma içerisinde ilişkilerini sürdürdüler. Dolaysıyla yurtdışında da Türk siyasi yapısı özellikle vardı. Bu da belli ölçüde birliklere yansıdı.

AKP’nin UETD adlı altında örgütlenmesinin ne tür bir rolü oldu?

HG – AKP UETD adı altında oluşumunu gerçekleştirdiğinde aynı zamanda CHP ve diğer partilerin de örgütleri olmalıydı. Sonuçta siyaset bir denge sorunudur. Bu durumu takip edebilmek ve onun karşılığını yaratabilmek ve aynı muhalefeti burada da oluşturabilmek gerekiyordu. Bu konuda biraz geç kalındı ama geçen iki yıllık süreç içerisinde çok önemli işler başarıldığına inanıyorum. CHP İsveç Birliği olarak tüm arkadaşlar üzerlerine düşen görevleri canla başla yaptılar. Buradaki kardeş partimiz olarak gördüğümüz Sosyaldemokrat İşçi Partisiyle de ilişkilerimiz olumlu yönde gelişiyor ve bu gelişimi sağlıklı bir biçimde ileriye taşımaya gayret ediyoruz.



CHP İsveç Birliği’ne buradaki Türk toplumundan ne kadar ilgi var. Bu oluşumu nasıl karşıladılar?

HG – Bunu şöyle dile getirmek isterim. Değişik ülkelerde, değişik göçmen yapıları var. İsveç’i ele alacak olursam, siyasetle yeterince ilgilenen geniş bir Türkiye’li göçmen kitlesi yok. Seçimlerde oy kullanma oranının da düşük olması bunu gösteriyor. Türkiye’ye yönelik seçimlerde oy kullanan vatandaşlarımız arasında da CHP’ye oy verenlerin oranı yüzde 12 dolaylarında bulunuyor. Tabii ki, bu oran düşük.

Bunun sizce nedeni ne olabilir?

HG – Bunun nedeni İsveç’teki vatandaşlarımızın kökende eğitime fazla önem vermemiş olmaları ve tam tersine hemen bir iş bulup ya da işyeri kurup geçim derdine düşmüş olmaları nedenlerden birisidir. CHP’nin seçmen tabanı bir ölçüde okumuşluğu da gerekli kılıyor. Çünkü, en azından Atatürk ilkelerini anlayabilmek bu okumuşluğu gerektiriyor. Ya değilse, demokrat olabilmek, sosyal demokrasinin genel prensipleri hakkında genel bir fikir sahibi olabilmek, elbette biraz okumayla mümkün... Ama bu okuma alışkanlığından yoksun olsa bile insan, bunu belki kendi gözlemleriyle, zekasıyla, değerlendirmesiyle de buna varabilir. Elbette okumamışlık, olmazsa olmaz bir koşul değil.

Seçimlerde CHP’ye yeterli oy gelmeyişi, sizde seçmen tabanına ulaşamadık gibi bir duygu oluşturdu mu?

HG – Bizim iki yıllık bir süre içerisinde tabana ulaşabilmemiz bu dar koşullarımızla mümkün değil. Çünkü biz, Türkiye’deki bir il ya da ilçe örgütü değiliz. Birliğimizin sınırlı ekonomik koşulları var ve bir maddi desteğimiz yok. Tümüyle kendi yağımızla kavruluyoruz. Herkesin kendine göre işleri, ailesi, çocukları var. Bu durumda zaman ayırabildiğimiz ölçüde çalışmalarımızı yürütebiliyoruz. Hatta diğer sorumluluk alanlarımızdan zaman çalarak işleri yürütebiliyoruz. Ekonomik olarak üyelerimizin desteğinin dışında hiçbir desteğimiz yok. Bu bağlamda bizim yapabileceklerimiz de sınırlı kalıyor. Buradaki gelişmeler Türkiye’deki politikalara çok bağlı ve bu bağlamda Türkiye’ye endeksli. İnsanlarımız siyasetle ilgileniyorlarsa, Türkiye’deki görsel basını takip ediyorlar ve düşünce olarak direk Türkiye’den etkileniyorlar. Bizim burada arzu ettiğimiz seviyeye gelmemiz biraz zaman alacak ama eskiye göre daha iyi bir durumdayız. Örneğin olası bir seçim olsa, eskiye göre oylarımızı fazlasıyla artırabilileceğimizi düşünüyorum.

2015 yılında 7 Haziran ve 1 Kasım genel seçimlerini yaşadık. 1 Kasım’da oylar 7 Haziran’a göre az da olsa bir artış sağladı. Bu olumluya doğru bir işaret mi?

HG –iki ay gibi iki seçim arasında yaşanan zaman içindeki artış, pek önemsenebilecek bir durum değil. Tam değerlendirmek zor, çünkü iki seçim arasındaki değişim çok marjinal sayılabilir. Bence, büyük değişimi bundan sonra yapılacak seçimde görebiliriz.

Bu değerlendirmenizi nasıl temellendiriyorsunuz?

HG – Hem Türkiye’deki gelişmeler hem de bizim burada yaptığımız çalışmalar, toplantılar yavaş yavaş tanınmamızı sağlıyor. Bu duruma basını ve sosyal medyayı da eklerseniz yol katetdiğimizi söyleyebiliriz.

1 Kasım seçiminden sonra seçmenlerinizden size ne gibi yakınmalar ya da eksiklikler yönünde uyarmalar geldi?

HG- Seçmenimiz olanakları ölçüsünde oy kullanmaya geldiler. Elbette gelemiyenler de oldu. Bizim seçim otobüsümüz yoktu. Bu durum söz konusu edildi ama bence bu bir bahane değil. Birliğimizin ekonomik olanakları kısıtlı ve partimizin de bize para aktarmak gibi bir durumu yok. Bu da yasalarımıza göre olanaklı değil. Ayrıca otobüs beklentisi bana biraz da garip geliyor. Kendi olanaklarıyla oy verecekleri şehre çok yakın yerlerde oturanların otobüs beklemesini tam anlamış değilim. Bu yönde eleştiriler aldık. Başka partiler bunu farklı yollarla yapabilirler ama bizim olanağımız yoktu. Demokrat olmanın koşulları böyle yollardan geçmez. Bir insanın kendi koşulları neyse, gider oyunu kullanır. İsveç’te ulaşım olanakları fazlasıyla var.

Her iki seçim sırasında da siz sandıklara yönelik başarılı bir çalışma yürüttünüz ama diğer partilerde böyle bir titizlik yoktu, değil mi?

HG – Sandıklara sahip çıkma konusunda diğer partilere de çok destek olduk. Partilerin birarada çalışmasına öncülük ettik. Bir partili büyüğümüzün öncülük ettiği toplantı aracılığıyla diğer partilerle bir araya geldik ve seçime yönelik ortak bir protokol üzerinde anlaştık. Bana göre o dönemde atılmış olan oldukça demokratik bir adım olarak kabul etmek gerekir. Biz yaptığımız çalışma ve ortak toplantılarla buradaki Türk toplumuna demokratik alışkanlıkları edinme yolunda da öncülük etmiş olduk. Bu açıdan da görmek gerekir. Bir partinin ya da örgütün amacı sadece oy toplamak değil. Toplumda demokratik, barışçıl bir ortam yaratılmasına da öncülük edebilmektir. Bizim, bu görevi fazlasıyla yerine getirdiğimizi düşünüyorum. Bundan sonra da bu türden ortak alanları bulup geliştirme öncülüğüyle kutuplaştırma politikalarını etkisiz kılma çabası içinde olacağız.

Sosyal demokrasinin oldukça güçlü olduğu İsveç gibi bir ülkede yaşıyoruz. İnsanlarımız burada 50 – 60 yıldır varlar. Bu insanlar genellikle oylarını sosyaldemokratlara veriyorlar. Fakat siz hem üye bulmakta hem de oy oranınızı artırmakta zorlanıyorsunuz. Bunun bir nedeni var mı?

HG -  Bunun sosyolojik ve ekonomik bir nedeni olduğunu düşünüyorum. Buradaki sosyaldemokrat partilerin neden sosyaldemokrat parti olduklarını sorgulamadan oy veriyorlar. Düşündükleri nokta şu, sosyaldemokrat partiler elbette ki sosyal devlet uygulamalarını ön plana çıkaran partilerdir. Bunun anlamı da, dar gelirli olan ailelere, geçimini ucu ucuna getiremeyen ailelere ya da  birey bazında kişilerin sosyal yardım almasını sağlayan partilerdir. Toplanan vergilerle güçsüzü de güçlendirecek, güçsüzü de toplum içine taşıyacak olan olanakları onalara götüren bir anlayıştır. Böylece eşitlikçi bir yaklaşım vardır sosyaldemokrat politikalarda. Bunun böyle olduğunu bilmeden yani bütünü görmeden ve oradan yardım alabileceklerini düşündükleri için oy veriyorlar. CHP’nin İsveç’teki sosyaldemokrat partiyle ne tür bir paralellikleri olabilir, sosyaldemokrasinin ne olduğunu konusunda fikirleri olmayınca CHP’yi de onunla bağdaştıramıyorlar. CHP, onlar için başka bir parti yani Türkiye ile ilgili bir parti konumunda kalıyor. Dolaysıyla iki parti arasında bir paralellik kuramıyorlar. Çünkü böyle bir düşünce alışkanlıkları yok. Ya da kısa dönemli düşünüp ilerisine pek bakmıyorlar desek daha mı doğru olur?

Türkiye’deki siyasi ortam buradaki Türk toplumuna ne ölçüde olumlu ya da olumsuz yansıyor?

HG – Bana göre olumlu olarak pek yansımıyor. Türkiye’de olan her türlü olumsuz gelişme özellikle de kutuplaştırma yönünde fazlasıyla buraya da yansıyor. Bir olaya uzak olduğunuz zaman o kafanızda daha da büyür ya da olduğundan büyük de görürsünüz. Burada özellikle gençler arasında kutuplaşmalar yaşandı, yaşanıyor. Bu durum CHP ile pek ilgili değil. Bu durum HDP ile AKP arasında olan bir durum. Seçimler öncesi, seçimlerde karşılıklı kışkırtmalar ve sonrasında da küçük çaplı da olsa yaşandığını gördük. Buna birebir Türkiye’nin yansıması diyebiliriz.

İsveç’te yaşayan Türk gençlerinin gerek İsveç Sosyaldemokrat partiye gerekse CHP İsveç Birliğine üye olmadıklarını ya da ilgi duymadıklarını gözlemliyoruz. Sizce, bunun nedeni ne olabilir?

HG – İsveç’teki Türk ailelerde siyasete fazla bir ilgi olmadığı için bu durum ister istemez gençlere de yansıyor. İsveç siyasetine ilgi duyan kimi ailelerin çocukları da siyasi ortam içerisinde yer alıyorlar. Bu durum ailelerle ilgi ya da bağıntılıdır diyebiliriz. Ne yazık ki, buradaki Türk ailelerinin yüzde 80 ya da 90 Türkiye’ye endekslidirler. Burada sadece çalışma koşulları ve ekonomik nedenlere bağlı olarak kalmaktadırlar. İsveç’in sosyal yaşamı, kültürü, siyasi ortamı ve iç sorunlarıyla ilgileri yoktur, denebilir. Elbette istisna ailelerimiz var.

Sizin örgüt olarak gerek gençlik gerekse yetişkinler bazında ne tür bir çalışma planlıyorsunuz ki, bunları gerek örgütünüze gerekse İsveç Sosyaldemokrat partiye çekebilesiniz?

HG – Bu öncelikli olarak ailelerle görüşmemizi gerektiriyor. Anne babalarının birlikte bulunduğu ortamalar ki, bu oldukça sınırlı dahası babaların bulundukları ortamlara gitmek gerekiyor. Çünkü Türk Kültür Dernekleri olarak adlandırılan yerler birer kahvehane işlevi görüyor. Oralarda belli gruplar oluşturularak sohbetler yapılabiliriz. Gençlerin sorunları konusunda onların fikirlerini alabiliriz. Bizim bilmediğimiz belki onların farklı olarak gördükleri yaklaşımları vardır. Bizim sorun olarak gördüğümüz durumları onlar farklı yorumluyorlardır. Dolaysıyla belli bir iletişim içerisinde olmamız gerekiyor. Böylece kendilerini İsveç içerisindeki entegrasyon, eğitim sorunlarını ve hatta Türkiye’ye gittiklerinde gençlerin yaşadıkları dil sorunlarını ya da başka şeyleri birlikte tartışarak çözümler üretebiliriz. Sorunların aşılması konusunda destek olabilir, yol gösterebiliriz. Bu tür bir çalışmayı umarım, kısa sürede gerçekleştiririz. Bu bir ön hazırlık sorunudur. Ön hazırlığımızı yapmadan insanlara bir şeyin sözünü vermek yanlış olur. İsveç’in sosyal yaşamı içerisindeki sorunlara yaklaşımlarda çocuklarımızı, gençlerimizi yönlendirmede ailelere görev düşmektedir.

Aileler ve çocuklar arasında bir uçurum bir başka değişle kültür çatışmasından söz edelebilir mi?

HG – Aileler ve çocukları arasında doğal ki, bir uçurum var. Okulda gördükleri İsveç kültürüyle kendi aile kültürü arasında zamanla bir uçurum oluşuyor. Bir ölçüde kültür çatışması yaşanıyor. Bu uçurumu kapatabilen ailelerde gözlemlediğimiz kadarıyla bu sorun pek yaşanmıyor. Eğer aile çok içine kapanıksa, bir türlü entegre olamıyorsa, çocukta iki kültür arasında kalarak bocalıyor. Bir ölçüde bu sorunu onlara göstermemiz ya da görmelerini sağlamamız gerekiyor ki, o çocuklar bir anlamda iki kültürü de rahatlıkla yaşayabilsinler. İsveç kültüründen uzak kalmaları gerekmiyor. Tam tersine buradaki sorunlarını sahiplenebilmeleri için Türk kültürünü bilmek kadar İsveç kültürüne de yakınlık duyabilmeleri, anlayabilmeleri, etkileyebilmeleri ve sosyal hayatın içerisine girip kendi geleceklerini ilgilendiren konularda karar mekanizmalarında bulunmaları gerekiyor. Bu konuları aileleriyle konuşup ve onların güvenini sağladıktan sonra da çocuklarıyla konuşabilmemiz gerekiyor. Bu alanda da devletimizin entegrasyon konusunda bize yardımcı olmaları gerekiyor. Bu bir entegrasyon çalışması olacağına göre İsveç içindeki siyasetçilerden de destek göreceğimizi düşünüyorum.



İsveçliler diğer göçmen gruplarına göre Türklerin İsveç toplumuna daha entegre olduklarını söylüyorlar. Sizin gözlemleriniz nasıl, uyumlu muyuz?

HG – Bu gözleme genelde ben de katılırım. Türkiye kendi bulunduğu coğrafyada bir yönüyle Ortadoğu toplumudur, aynı zamanda daha da geniş oranda genel kültürel yapı olarak Asya toplumu bağları vardır. Türkiye Cumhuriyeti, bu özelliklerine yaptığı devrimlerle Avrupa aydınlanma kültürünü de taşımıştır. Bu durum ne kadar sekteye uğratılsa da başlangıçta atılmış sağlam temeller Türk insanında belli bir aydın yapıyı da taşmıştır. Hangi ölçekte ya da yelpazenin neresinde olursa olsun muhakkak o aydınlanma hareketinden kendine düşen paydadan gerekeni aldı. Elbette bu durumda Avrupa’ya taşınmış olan Türk göçmen grubunda muhafazakar bile olsa, belli bir aydın yapıyı da içinde taşıdı. Diğer göçmen grupları içerisinde de her zaman istisnalar vardır. Bir de Arap Albabesiyle değil de, Latin Alfabesiyle yazan bir toplum olduğu için vatandaşlarımız dil konusunda da belli bir üstünlüğe sahiptir. Türk çocukları diğer göçmen gruplarının çocuklarndan daha hızlı okula uyum sağlıyorlar. Bu durumun etkisinin olduğunu düşünüyorum.

CHP İsveç Birliği kurulduğu günden bu yana iki yıl geçti. Bu uzun bir süre değil, bu süre içeisinde başta İsveç Sosyaldemokratları olmak üzere diğer partilerle de ilişkileriniz ne ölçüde geliştirebildiniz?

HG – Elbette birtakım fırsatlar yakaladık ve bunları çok iyi değerlendirdiğimizi söyleyebilirim. Ben aynı zamanda bir İsveç vatandaşı da olarak kendi bölgemdeki sosyaldemokratlarla hemen ilişki içerisine girdim. Hem sosyaldemokrat olduğum hem de CHP’yi temsil etmek sorumluluğunda olduğumuz için üyelik kaçınılmaz oldu. Çünkü daha önceleri siyasetin tam içerisinde değildim. Bir kardeş parti olması dolaysıyla da olması gereken bir durumdu. Bu vesile ile CHP’yi de tanıtmaya başladık. Hemen ulaşabildiğimiz sosyaldemokrat partiden kişilerle toplantılar düzenleyip partimizin tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu hakkında aynı zamanda Türkiye’deki siyasi hayatın nasıl geliştiği konusunda tarafsız bir tanıtımda bulunduk, diyebilirim. Bu konularda en azından bir fikir sahibi olmalarını sağladık. Bu tanıtım  çok olumlu karşılandı. Kısa diye tanımladığımız sunum dört saati buldu. Bu tanıtım sonrasında daha fazla bilgiye sahip olmak istediklerini söylediler. Biz nicelikten çok niteliğe önem vermek istiyoruz. Çok fazla milletvekili ya da partili yerine az sayıda da olsa, önemli şahsiyetlerle saygın bir diyalog içerisinde olmayı tercih ediyoruz. Bu durumun faydasını gördük. Bizim bulunmadığımız ortamalarda hakkımızda çok olumlu ve iyi konuşulduğunu duyuyoruz. Bu da bizi memnun ediyor. Bizi tanıyan milletvekilleri diğer milletvekillerine bizi bir elçi gibi tanıtıyorlar, anlatıyorlar. Bu da bizim yapabileceğimiz en iyi işlerden biriydi.

Genel olarak değerlendirdiğimiz zaman İsveç Sosyaldemokrat parti Türkiye’deki eşdeğerdeki Sosyaldemokrat CHP’yi yeterlice tanımıyor anlamı ortaya çıkıyor diyebilir miyiz?

HG – Elbette, böyle söyleyebiliriz. Fakat şöyle de bir durum var. Türkiye politikasını takip etmiş ya da eden milletvekilleri var. Bunlar bizim bildiğimizden çok fazla okumuşlar ve çok fazla bilgiye sahipler. Bu duruma bazı genç milletvekillerinde de tanık oldum. Buna karşılık çok az şey bilen ya üstün körü ya da hiç bilmeyenler de var. Bir diğer etken de örgütlülüğümüzden önce CHP’yi yanlış tanıtan siyasi çevrelerin olmuş olması. Daha doğrusu CHP’yi sağcı ve etnik Türk milliyetçisi bir parti olarak tanıtmışlar. Bu çevrelerin bunu bilinçli yaptıklarını söyleyebiliriz. Çünkü CHP’nin Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran bir parti olması ve kuran kadroya da biraz allerjileri duydukları için CHP’yi de öyle tanıtacaklardı. Biz sosyaldemokrat niteliklerin Atatürk ilkeleri içerisinde fazlasıyla var olduğunu biliyoruz. Bunu açıkladığımızda da çok net anlıyorlar. Çünkü Atatürk ilkeleri bir yönüyle Avrupa aydınlanma hareketinin, diğer yanıyla da sosyaldemokrasinin ve hatta sosyalizmin insancıl değerlerinin birleştirilmiş halidir, biz bunu böyle anlıyoruz doğrusu da budur.

Bunu biraz açar mısınız?

HG – Bunu şöyle söyleyebilirim. Atatürk ilkelerinin anlaşılması hem zor hem de kolay bir ilkeler topluluğudur. Bu ilkeleri teker teker ele alır ve yorumlarsanız anlaşılması çok kolaydır. Bu ilkelerin birbirlerini ne anlamda bütünledikleri, destekledikleri ve ne anlamda birbirlerini çözümlediklerini dolaysıyla orta çıkan bütünsel bir yapıyı anlamak daha zordur. Bunun üzerine çok daha fazla çalışmaların yapılması gerekiyor. Bence önümüzdeki süreçte CHP bu çalışmayı yapmalıdır. Atatürk ilke ve devrimlerinin hâlâ bugünümüzde ne kadar geçerli olduğunu hatta Avrupa ülkelerinde bile uygulanmasında faydalar olduğunu düşündüğüm bir ilkeler topluluğu olduğunu düşünüyorum. Bu konuda ben kendim halimce araştırmalarım, fikirlerim var. Fakat benzer çalışmaların birtakım geniş çaplı çalıştaylarla desteklenmesi gerekir. Kapitalizmin tökezlemeye başladığı bir dünyada Atatürk İlkeleri veya türevlerinin öncelikle Ortadoğu Ülkelerine hatta Avrupa Ülkelerine, çöken sosyoekonomik yapılarını toparlayabilmeleri açısından bir örnek oluşturabileceğini düşünüyorum. “Biz toparlayabildik mi de?” diye soranlar olacaktır şimdi. Ben de derim ki “Türkiye Cumhuriyeti’ni her türlü tahribata ve olumsuz koşullara rağmen 93 yıl ayakta tutabilmiş ilkeleri oturup bir daha gözden geçirmenin zamanı gelmiştir”, öncelikle biz CHP liler tarafından. Bu gözden geçirme gene Atatürk İlkelerinden biri olan devrimci bir gözden geçirme olmalıdır, zamanımızın koşullarına uygun olarak yeniden algılanmalı ve pratikle güçlendirilmelidir. Aksi taktirde altı ok tutucu statik bir yaklaşımın sembolü haline gelebilir. İlkeler günlük yaşamın içinde yer alıp güncel sorunlara, insanların yaşıyorum dediği sorunlarına ışık tutamadığında durağan bir sembol olmanın ötesine geçemezler. Hatta zamanla bu ilkelerin artık geçersiz olduğu şeklinde de algı oluşturulmasının önünü açar. Örneğin demokrasi ilkesinin bile “tramvay” sembolleştirilmesine kurban gittiğini görüyoruz. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti’ni bugüne kadar gölgesiyle bile ayakta tutan Atatürk İlkeleri bir bütün olarak daha büyük risk altındadır.

Türkiye’nin şuan içerisinde bulunduğu bir kaos ortamı var. Demokrasi ve demokratik yaşama ilişkin büyük sıkıntılar yaşanıyor. Bu durumun İsveç’teki Türk toplumuna dolaysıyla sizin İsveç toplumu içindeki çalışmalarına yansımaları nasıl oluyor? Sizin önünüzde bir engel oluşturuyor mu?

HG – Bizim açımızdan hiçbir engel oluşturmuyor. Çünkü bizim yani CHP’nin ilkeleri olan temel yapı zaten uluslararası barışı savunan ve uluslararası dayanışmayı da öngören bir Atatürk ilkeleri bütünüdür. CHP, sosyaldemokrat bir parti olarak kendisi gibi sosyaldemokrat olan bir partiyle dünyanın neresinde olursa olsun işbirliği ve dayanışma içerisindedir. Çünkü, bünyesinde uluslararası evrensel birtakım değerleri taşıyor. Dayanışmacı olmak, özgürlükçü olmak, aydınlanma yanlısı olmak, modern yaşam yanlısı olmak gibi... Bu gibi değerlerin belli özellikleri herhangi bir etnik kültürün şans eseri kendi içerisinde bulunabilir, ancak çağdaş değerler bütünü etnik kültürel özelliklerin üzerindedir. Çağdaş değerler bu anlamda bilimsel olmak zorundadır. Çağdaş bilimsel değerleri kendisine Ulusal Kültür olarak belirlemiş Türkiye Cumhuriyeti bu anlamda etnik Türk kültürlerini diğer etnik kültürlerden üstün tutması düşünülemez. Başka bir deyişle çağdaş değerler hiçbir etnik kültüre temel oluşturmaz. “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün anlamını “Ne mutlu, çağdaş ulusal değerleri yol gösterici olarak benimseyip bunu kültürlerarası ortak bir alana çevirebilene” diye de söyleyebiliriz. Aslında bu durum vatandaşlık anlamında Türk olmayı etnik bir köken olarak algılamamız gerektiğinin en önemli kanıtıdır. Kaldı ki biz Türkler de kendi aramızda da 50 kadar ayrı boya ayrılıyoruz. Bu açıklamayı Avrupa sosyaldemokratlarıyla aramıza koyulan bir bilgi kirliliğini hangi temelde aşabileceğimizi anlatmak için yaptım. Bu bilgi kirliliği CHP nin etnik Türk milliyetçisi olduğu yönündedir.

Bu bağlamda bizim ülkelerarası işbirliği yapmamızda diğer sosyaldemokratlarla, sol yapılarla hiçbir engelimiz yoktur. Fakat diğer partilerin var diye düşünüyorum. Şimdi AKP savunduğu ya da uyguladığı politikalarla Avrupa’da ya da diğer ülkelerde hangi partiyle işbirliği içerisine girebilecektir? Dindar nesilleri savunan bir AKP örneğin İsveç’teki Hıristiyan Demokrat Partiyle biraraya gelip ortak bir çalışma yapabilir mi? Aslında Türkiye açısından değişik dinlerle bir arada olmayı becerebilen bir dinsel anlayışı geliştirebilmek her halde bir devrim olurdu. Ayrıca çok güzel de olurdu. Bu durumda bir karikatür gibi geliyor bana. Değil başka dinlere, kendi içermizdeki mesheplere bile hoşgörüyle bakamayan bir baskın anlayış var. Gerçek anlamda laiklik ilkesine sahip olabilmek bu sorunu elbetteki büyük bir oranda çözüyor.

Buradaki Türk toplumuna yansıması nasıldır?

HG – Türkiye’de olup bitenler her yönüyle demokrasiye ters, insan haklarına tamamen sırtını çevirmiş bir baskı rejimi görüyoruz, dolaysıyla Atatürk İlkeleri’ni kendisine meşale yapmış Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bu durumdan utanıyoruz. Başka söylenecek söz yok. Burada bulunan diğer siyasi partili Türk vatandaşları arasında da kutuplaşmalara yol açıyor. Bu durum gerek yurtiçi gerekse yurtdışında bizlerin saygınlığına oldukça zarar veren, gölge düşüren, hatta küçük düşüren ve bize hiç bir yararı olmayan bir kargaşa ortamıdır. İsveç toplumunda Türküm dediğiniz zaman hemen soruyorler ‘Türkiye’de neler oluyor?’, diye... Nasıl bir yanıt vereceğimizi ya da söyleyeceğimizi şaşırıyoruz. Bizi toplumlar gözünde küçük düşürüyor. Biz yurtdışında yaşayanlar olarak ülkemizden gurur duymak istiyoruz ama ülkemiz ne hale getirildi her şey ortada...

CHP İsveç Birliği’nin tutumu ya da bu konuya yaklaşımı nedir?

HG – CHP İsveç Birliği’nin bu konuya yaklaşım biçimi buradaki diğer vatandaşlarımızın siyasi görüşlerini sorgulamadan vatandaşlar olarak birbirimize el uzatmak, o kutuplaşmayı buraya taşımamamız gerektiği ve önyargısız birbirimizle biraraya gelmek, fikirlerimizi daha özgür, daha demokratik ortamlara taşıyabilmek yönündedir.  Bu kutuplaştırma politikasının tam aksi yönünde çalışmaya kararlıyız. Kutuplaşmayı, dışlamayı kendi siyasi çıkarları adına faydalı gören hiç bir görüş demokratik olduğunu iddia edemez. Dışladığımız tek tutum ve görüş nereden gelirse gelsin şiddet ve terörü haklı göstermeye yönelik olanlardır.

İsveçliler bir yandan ‘Türkiye’de ne oluyor’ derken, ülkemizin adı belli bir faşizmin içine sürüklendiğine ve faşizan bir ortam oluştuğunu da söylüyorlar. Ne dersiniz, haklılar mı?

HG – Bence haklılar. Dünya artık faşizmin ne olduğunu biliyor. Bu anlamda yanılıyor olamazlar. Biz de yanılmıyoruz, keşke yanılsak. Çünkü Türkiye’de olup biten budur. Bir ülkede seçimle, kanunlar çerçevesinde iktidara gelmiş ya da seçilmiş insanlar aynı kanunları hiçe sayarak yokmuş gibi davranamazlar. Başarısız olmuş bir darbe girişiminin arkasına saklanarak bütün halkı mağdur edemezler. Bu durumu hatta tek adam yönetimi anlamına gelecek olan başkanlık rejimine yol açmak için kullanamazlar. Bu gidişat başarısız darbe girişimini iktidar eliyle başarılı hale getirir.

Halkımızın büyük bir kesimi mağduriyet ve yoksulluk altında yaşıyor. Buna AKP seçmenleri de dahildir. Ben ve örgütüm hiçbir zaman AKP’ye oy veren vatandaşlarımızı dışlamadık onlar da elbette bizim vatandaşlarımızdır. Vatan sevgisi hangi kökenden, inançtan, siyasi görüşten gelirse gelsin vatandaşını sevmekten, onunla omuz omuza olmaktan geçer. Biz, herhangi bir kutuplaşmanın içine düşmeyeceğiz, oyuna gelmeyeceğiz. İsveç’te yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bizim vatandaşlarımızdır. Hepsi aynı değerdedir ve biz o gözle görmeye devam edeceğiz.

Faşizmin amacı toplumu bölmek, parçalamak ve kutuplaştırmak değil midir?

HG – Elbette, faşizm amacı budur. Faşizm toplumu benden olanlar ve olmayanlar diye bir anlayış yerleştirip toplumu birbirlerine karşı farklı biçimlerde kutuplaştırmaktır. Böylece bir baskı unsuru oluşturarak, bu baskının üzerinden iktidarlarını sürdürebilmektir. Bunu da büyük emperyalist ülkelerin maşası olarak yaparlar. Bugün Türkiye’de olan da budur. Hiçbir günahı olmayan gazetecileri siz sorgusuz sualsiz tutuklarsanız, neden yargılandıklarını bilmezlerse ya da birtakım bariz uyduruk nedenlerle içeride tutarsanız dünya sizi ne diye adlandıracaktır. 12 Eylül’e AKP neden faşist ya da faşizm diyordu? Aynı nedenlerle de kendisine faşist deniyor. Dolaysıyla bunu görmeleri gerekir.

Türkiye’de ilginç durumlar yaşanıyor ya da ortaya çıkıyor. En son meclise sunulan ‘küçük çocuklara karşı istismarcılığı ve işlenmiş suçların affını’ gibi konuları içeren bir yasa teklifi verildi. Bu teklif sonradan geri çekildi ama verildiği anda itibaren hem içte hem dışta büyük gürültü kopardı. Bu teklif verildiği günlerde bunu çevrenize, arkadaşlarınıza anlatmakta ne ölçüde zorlandınız?

HG – Ahhh!.. İşin anlatılabilir ya da anlaşılabilir bir tarafı yok. Gerçekten çok üzüldük. Bizim ülkemiz ve halkı bunu hak etmiyor. Böyle bir söylemin, böyle bir kanun önerisinin gündeme gelmesi ve kamuoyunu hem ülkemizde hem de yurtdışında meşgul etmesini biz anlayamıyoruz. Bu ülkeye böyle bir kötülüğü kim yapabilir? AKP düşünülmesi bile mümkün olmayan birtakım davranışların içerisindedir ve bu neden oluyor, gerçekten merak ediyorum. Bu bir cehaletse, bu nasıl bir cehalettir? Devlet yönetiminde cehaletin ne işi vardır? Ya da bu cehaleti süzecek hukuk sistemi kalmadı mı Türkiye’de? Ya da onlara birtakım görüşler sunabilecek hukuksal danışmanları yok mu? Bunların kabul edilemez, sapkın öneriler olduğunu söyleyecek olanlar AKP içinde yok mu? Hiç değilse kendi kız çocuklarını aynı durumda tahayyül edip empati kuramıyorlar mı? Fakir fukaranın kız çocuklarının sorunu elbetteki zengin siyasetçilerinkiyle örtüşmüyor, aynı hayatı solumuyorlar. Yoksul halk yığınlarının iyiliğini ne kadar düşündüklerinin önemli bir göstergesidir bu garabet.


Tecavüze uğramış bir kızın tecavüzcüsüyle evlendirilmesini İsveç toplumuna anlatmak olanaklı mıdır?

HG – Kanun teklifinin en can alıcı noktası da bu. Siz zaten böyle bir tacizle mağdur edilmiş bir genç kızı ya da çocuğu bir kez daha mağdur etmenin yolunu açıyorsunuz. Bu düşünülmesi ya da tasavvur edilebilmesi bile olanaklı olmayan bir durum. Bunu kanun tasarısının gündeme taşınmasından utanç duyuyoruz. İsveçli dostlarımızın sorduğu sorular da bizi utandırıyor. Biz böyle bir millet değiliz. Bizim değerlerimizin arasında böyle birşey yok. Bu absürd şeyleri nereden getirip içimize sokuyorlar, bunu bilinçli olarak mı yapıyorlar yoksa bu kadar mı bilinçsiz olur bir yapı ya da parti diye düşünüyor insan? Bunun herhalde yanıtı vardır ve kısa zamanda su yüzüne çıkacaktır diye aklımdan geçiyor. Çünkü, Türkiye’de hiçbir şeyin aynı zamanda rastlantısal olmadığını düşünüyorum. Bunun arka planındaki gizli hesabın yakın zamanda ortaya çıkacağına inanıyorum. Başka bir açıdan da, birilerini cezadan kurtarmak adına yapılmadıysa, erkek egemen bir toplumun sapkınlıklarına taviz vererek fanatik, faşist  iktidarlarını korumanın peşindedirler diye de düşünüyorum. Bu iktidar varlığını korumak adına sapıkların önüne yoksul ve güçsüz insanların yavrularını, yavrularımızı bile atabileceğini bu yasa tasarısıyla göstermiştir.


Türkiye’deki siyasi partilere baktığımız zaman bir uzlaşma kültüründen çok uzak olduklarını hatta aralarında husumet havası var gibi bir izlenim çiziliyor. İsveç’teki siyasi partilaere baktığımız zaman tam tersine tanık oluyoruz. Duruma göre uzlaşama kültürü çok çok ön plana çıkıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

HG – Bunun nedeni bana kalırsa bir ulus olma kültürünün İsveç’te yaratılmış, kazanılmış ve yerleştirilmiş olmasından geçiyor, diye düşünüyorum. Çünkü ulus kültürünü şöyle anlamak gerekiyor; var olan etnik yapıların daha üzerindeki geniş ölçekli değerlere doğru toplumun bütününün taşınması, ortak değerlerde buluşturulmasıdır. Ya değilse, bir millet, millet olmaz. Ulusu ulus yapan folklorik zenginlikler değildir. Folklorik zenginlikler o coğrafyanın bir zenginliğidir, paylaşılır, güzeldir ve geliştirilmesi gereken zenginliklerdir. Ulus kültür yapısı aynı zamanda folklorik yapıyı daha da zengin kılar, modern çağa taşır diye düşünüyorum. Çünkü etnik yapılar içinde artık modern dünyayla uyum kuramayan yönleri de barındırır. Bu bir ölçüde doğaldır. Bunlarında zamanla artık geride bırakılması gerekir. Örneğin çok küçük yaşlarda kız çocuklarının evlendirilmesi belli yörelerde bir gelenek de olabilir. Bu sadece Türkiye’de değil, dünyanın değişik yerlerinde olabilir. Artık bilimsel değerlere göre çalışan bir dünyada bunun yanlış bir şey olduğu anlaşılmıştır ve geride bırakılması gerekir. Ancak kültürlerin güzel yönleri, evrensel bir değer olabilecek olan yanları elbette yaşar ve var olan ulus devletler arasında da yaşatılır, ön plana çıkarılır, paylaşılır ve o toplumu zenginleştiren birer değerler olarak gelirler. İsveç ulusal kültürü neden uzlaşmacıdır. Çünkü demokratik bir kültürdür. Bu nedenle uzlaşmacıdır. Demokrasinin asıl anlamı o kültürü almış iki bireyin yan yana geldiklerinde aradıkları ilk şeyin birbirlerindeki ortak noktalar olmasındadır. Farklılıklardan ziyade ortak yönü görürler. Benim bu insanla ortak yönüm ne diye sorarak o yönü büyütmeye çalışırlar. Bu medeni bir davranıştır. Bu tabii ki siyasete de yansıyacaktir. Örneğin biz Türkiye’de ilk kez yana yana geldiğimiz insana ne sorarız? Nerelisin kardeş, deriz. Bu nerelisiniz demekle hemşehrimiz çıkarsa iyi, sevmediğiniz bir yerden çıkarsa o kadra da iyi değildir. Muhabbetin gidişatını doğum yeri belirler. Oysaki sıcak bir merhabadan sonra o an içinde bulunulanan yerin özelliklerini, güzelliklerini paylaşmak varken hemen farklılıkların arandığı bir kültüre sahibiz. Çünkü ortak değerleri büyütememiş toplumlarda herkes bir diğerine şüpheyle, dışlanmışlık ya da korunma kaygısıyla yaklaşır. Ortak yönlerin hemen görüldüğü ve yaşandığı bir kültüre geçiş sonuçta bir kültür devrimiyle mümkündür.

Biz Cumhuriyet’le birlikte bir kültür devrimi de yapmadık mı? Atatürk’ün söylediği, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” sözü havada mı kaldı?

HG - Bu kültür devrimi ne yazık ki ülkemizde yarım kaldı. Atatürk’ün yapmak istediği kültür devrimi birtakım gerici çabalarla ve değerlerle önlenilmeye çalışıldı. Büyük bir olasılıkla da yarı yarıya başarılı oldular ama tam bir başarı sağlayamadılar. Türkiye’de şuanda var olan Cumhuriyetin değerleri hala çalışmaya devam ediyor. Toplumun büyük bir kesiminde anlayışı oluşturuyor. Bu dinamik bir anlayıştır ve durağan değildir. Bu dinamik anlayış yakın zamanda ülkenin tamamına hakim olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü bu gidişi gerici, devlet geleneklerinden yoksun bir anlayış durduramaz. Bunu olanaksız olarak görüyorum. Tarihin diyalektik gidişatında da bunun mümkün olmadığı görülüyor.

Türkiye bu kaotik ortamdan nasıl bir çıkış yolu bulabilir ya da sıyrılabilir? Buradan görebildiğimiz kadarıyla yolu yordamı ve yöntemi ne olabilir?

HG – Avrupa ülkeleriyle birebir karşılaştırılarak bu cevabı almak mümkün değil. Türkiye’nin elbette şu anda var olan reel koşullarını çok iyi okuyarak bunu söyleyebilmemiz mümkün olabilir. Bu değerlendirmeyi yaparken herhangi bir romantik sapmaya gitmemek lazım. Var olanı olduğu gibi acısıyla tatlısıyla, güzeliyle çirkiniyle ve hepsini de benimseyerek görebilmek gerekiyor. Çünkü bizde şöyle bir duygu var; beğenmediğimizi şeyi kendi üzerimize almayız. Fakat bütün vatanı savunmaya da çok gayretliyizdir. Bütün vatanı Atatürk’ün söylediği gibi savunuyorsak (bütün satıh için mücadele ediyorsak), o satıhta yaşayan her insanın derdi de bizim derdimiz olmak zorundadır. Bu empatiyi geliştirdikten sonra vicdanı temelden hareket ederek modern dünyada yaşayan insanların hak ettiği hayatı orada yaşayan tüm insanlar için de elzem olarak gören analyışı yaygınlaştırmak en doğrusudur. Aslında çıkış noktamız bu olmalı ve refah ülkesi olmamız için ne yapmalı sorusunu en ön plana koymamız gerekiyor. Oysaki, bize dayatılan noktalar neler; din, ırk vb. sanki onlar bizi bir yere taşıyacakmış gibi bir aldatmacanın içinde olanlar var. Bu aldatmacalar bizim için sadece toz gibi birşey, biz bunları silkeleyip atıyoruz. Biz, neyi görüyoruz? Edirne’den Hakkari’ye kadar bizim çocuğumuzun sorunu ne diye bakıyoruz. Bu çocuklar nasıl olacak da bugün hemen yarın Stockholm’da yaşayan bir çocuk kadar güven içerisinde bir hayata sahip olabilir, diye düşünüyoruz. Bu soruyu kendimize sormadığımız zaman çözümü de bulamayız. İşin içinden de çıkamayız.

Bizdeki eksiklik, sizce nedir?

HG – Ülkemiz insanın zekası çok yüksek derecededir. Fakat bu zeka neden bir toplumsal dönüşüme sebep olmuyor? Çünkü bizim, sosyal zekamızda eksiklik var. Sosyal zeka eksikliğini şöyle değerlendiriyorum; beraber hareket edebilmenin kültürünü henüz edinemedik. Bir bütün olarak ortak sorunlarımıza hep beraber el atamadık. Herkes kendisinde bir farklılık gördü ve kenara çekildi. Bu bölünmüşlüğün üzerine gitmemiz gerekiyor. Ortak değerler üzerinden biraraya gelerek sorunların üzerine gidemezseniz, o sorunları çözemezsiniz. Bizdeki eksiklik bu.

Nasıl ya da ne üzerinden biraraya gelebileceğiz?

HG – Barışcıl ve demokratik değerler üzerinden biraraya gelebiliriz. Çoğulcu demokratik değerlerde buluşmamız gerekiyor. Çoğunluğun biraraya gelmesinin ön koşulu ortak alanları keşfedebilecek ön seziye tüm tarafların sahip olmasıdır. Bu ortak değerleri savunarak, daha çok gündeme taşıyarak bu anlayışı güçlendireceğimizi düşünüyorum. Ya değilse, çocukların ölümü üzerinden özgürlüğe varılmaz. Bu bir aldatmacadır, bir tuzaktır. Bundan kendimizi kurtarmamız lazımdır. Ne adına olursa olsun ülkemiz içinde ya da dışında savaşları savunmamak gerekir. Bunun dışında kalanlar tekrar ediyorum ülkemizin geleceği için bir tuzaktır. Başkanlık sistemi adıyla getirilmeye çalışılan kutuplaşmış, baskılanmış toplum da bir tuzaktır. Ayrıca terörle, şiddetle özgürlük elde edilebileceğini savunan insanların, insanları ne kadar karanlık bir geleceğe sürüklediğini de görebiliyoruz. Herşeyden önce barış, demokratik hukuk devleti ve parlamenter düzeni savunmak zorundayız. Etnik ve inanç temelli kollektif bölünmüşlük her zaman kendi içlerinde yeni bölünmeleri de beraberinde getirir. Hep kendine benzeyeni ararsın ama herkesin senden farklı olduğunu görünce de yanlızlaşmış bir birey olarak kalırsın. Böylesi kollektif arayışlar yerine bireyin özgürlüğünü ön plana çıkarmak gerekir. İnsanın, bireyin farklılıklarıyla beraber yaşam hakkının yüceltildiği toplumda ise paylaşılan kollektif değer saygı ve sorumluluk bilincine dayalı özgürlük anlayışına dönüşür. Laikliği de böyle anlamak gerekir.



Başkanlık sistemi Türk halkının yapısına uygun mu? Bu sistem ne getirir ne götürür?

HG – Bana göre çok düşündürücü bir soru. Şöyle düşünelim, Türkiye’yi nereye taşımak istiyorsanız ona göre bir cevabı vardır. Eğer ki, örneğin Türkiye’yi bir İslam devleti yapmak istiyorsanız başkanlık rejimi olur ve iyi de olur. Bir baskı rejimi kurmak, bir kişinin sözüyle herşeyin bir anda yapıldığı bir düzen istiyorsanız neden olmasın. Peki, bu durumun kime yararı var? Başkanlık sisteminin Edirne’deki, Hakkari’deki bir çocuğa bir yararı yok. Bunun sadece o düzeni kurmak isteyen insanların kendi yakın çevresine çok büyük yararı var. Aynı kraliyetlerde olduğu gibi... Bana göre bu bir anlayış sorunudur. Türkiye’de başkanlık rejiminin demokratik bir yapı olabileceği yanılsaması bugün yerleştirilmeye çalışılıyor. Günlük deyimle söylemek gerekirse, hani parlamenter sistemi o kadar güzel çalıştırdık ki, artık işe yaramadığını anladık ve şuanda başkanlık gibi bir seçeneği arıyoruz gibi bir hava estiriliyor. Bu tabii, çok büyük bir yanılgıdır. Bence parlamerter sistem değil, Anayasa bile işlevsiz kılındı. Eğer çağdaş demokrasi kültürünü tüm topluma yerleştirememişseniz, onu içselleştirememişseniz dünyanın en iyi yönetim biçimini de getirseniz bir yararı olmaz. Türkiye’de yaşananlar sonuç olarak bu. Biz genel olarak demokrasi kültürünü genelleştirip yaygınlaştıramadık ve adım adım  cehaletin tuzağına düştük. Bütün sorun bu...

Eğitimli kesimde de bir yozlaşma yaşanmıyor mu?

HG – Maalesef evet, demokrasiyi işletecek, parlamentoyu çalıştıracak olan kişiler ve partilerin kendileridir. Demokrasi kültürünü bir siyasetçinin kafasına zorla sokacak herhangi bir kanun yok. Bu bir kültür, bir alışkanlık ve ülkenin geleceğini düşünme meselesidir. Türkiye’de bir demokrasi kültürü tam anlamıyla yerleşmediği için hâlâ demokrasiyi kanunlar korumaktadır. Bu anlamda hukuk sisteminin başında olan ve hukuk kurallarını gerçekten iyi bilen okumuş liyakatlı insanların varlığı hukuğu da çalıştırdığı için bütün Türkiye’nin genelinde demokrasi için bir koruma, güvence sağlıyordu. Toplumda liyakatlıların siyasetin gidişine endeksli olarak azalmasıyla bu korumayı da kaldırdı. Toplumda, eğitimli kesim arasında da yozlaşma, kokuşma yaşanmaya başlandı. Fakat şuanda Cumhuriyetin halka ne verdiğini ya da ne vermek istediğini halk çok iyi anlamaya başladı. Cumhuriyeti kendi omuzları üzerine alıp bu halk yükseltecek. Çünkü arada bir koruyucu liyakat kalmadı. Halk seçimini yapacak, ya ben bu cumhuriyetin üzerinde onu da yükselterek yükselirim ya da altında ezilirim seçeneği arasındadır. Ben cumhuriyetin kazanımlarının ışığında bugüne kadar gelinen noktada halkın doğru karar vereceğine çok eminim. Ben, bu anlamda geleceğe çok umutlu bakıyorum. Çünkü cumhuriyetin devrimlerinin bu gün bu devrimlere allerjisi olanlara bile geriye dönüşü olmayan bir ivme kazandırdığına inanıyorum.

Türkiye ile AB arasında soğuk rüzgarlar esiyor. Türkiye, Avrupa’dan koptuğu zaman ne olur?

HG – Türkiye, Avrupa’dan koptuğu zaman kazanacağından çok kaybedecek şeyleri var. Avrupa ülkeleri sorunsuz ülkeler değil. Bu bağlamda eleştirebileceğimiz noktalar var mı, var. Şuanda Türkiye kendi üzerine düşenleri yapmış da ondan sonra Avrupa’ya karşı bir tavır alabiliyor olabilseydi, belki bir anlamı olabilirdi. Fakat şu durumda altına imzasını attığımız uluslararası bir sürü anlaşma var. AB ile anlaşmalar var. Hukuksal bağlamda anlaşmalar var. Bunları elinin tersiyle iten bir hava içerisinde Türkiye hükümeti ya da AKP. Bu hiç yakışık alır bir durum değil, ne devlet ciddiyetine ne de devlet adamlığı geleneğine yakışır bir davranış değil. Öte yandan çok kaba terminolojilerle AB’ye karşı bir gövde gösterisi, meydan okuma, külhanbeyliğe doğru giden bir durum söz konusudur. Şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin diplomasisinde yer almayan kelimeler, yer almayan davranış biçimleri Türkiye için hiç faydalı değildir, diye düşünüyorum. Avrupa’dan kopuş olsa olsa Türkiye’ye başkanlık rejimini getirir, bunların hesabı da bu olsa gerek.

Hakan Güner CHP İsveç Birliği demokrasi CHP AKP İsveç sosyaldemokrat Atatürk Cumhuriyet
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
BUGÜN 5 ARALIK TÜRK KADININA SEÇME VE SEÇİLME HAKKININ TANINMASININ 90. YIL DÖNÜMÜ KUTLU OLSUN
BUGÜN 5 ARALIK TÜRK KADININA SEÇME VE SEÇİLME HAKKININ TANINMASININ 90. YIL DÖNÜMÜ KUTLU OLSUN
ULU ÖNDER GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü VEFATININ 86. YILDÖNÜMÜNDE SAYGIYLA ANIYORUZ
ULU ÖNDER GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü VEFATININ 86. YILDÖNÜMÜNDE SAYGIYLA ANIYORUZ