Türkiye daha da karanlık bir döneme doğru hızla sürükleniyor. Bu sürüklenişin planlı olma olasılığı çok yüksek. Yükselen dolar, Euro kuruyla, yaklaşık 380 milyar USD (800 milyar TL) dış borç, 100 milyar USD dış ticaret açığı (2013), 70 milyar USD cari açık, geri çekilen sıcak para koşullarında uçuruma dönüşmüş bir ekonomi. Yetmezmiş gibi sürekli beslenen ayrılıkçı buduncu siyasa sonucunda gerçeklik olarak bölünmüş bir Güneydoğu. Bu bölgeye değişik kesimlerce verilen başka adlar. Ve en sorumlu davranması gerekirken en sorumsuz uygulamalar içindeki yönetimin alabildiğine kışkırtıcı yaklaşımları.
Gezi Direnişi, dindarı ile Kürdü ile Cumhuriyet kazanımlarına saygılı tüm kesimlerin hemen her saat aşağılanmaya, sorumsuz, ciddiyetsiz yönetim anlayışına demokratik, barışçı isyanıdır. Yaşananlar göstermektedir ki Gezi Direnişi sürmektedir. Ne var ki AKP yönetimi uzun zamandır dikta anlayışıyla halka saldırmaktadır.
Bugüne değin anayasal gösteri haklarını kullanmaya çalışan sekiz yurttaş öldürülmüş, iki de polis yine devlet şiddeti sonucunda yaşamlarını yitirmişlerdir. Yüzlerce insanımız sakat bırakıldı, gözlerinden edildi, kanser, astım… sayrılıklarına yakalanmalarına neden olundu.
O güzelim Berkin Elvan’ı da “son” doğum gününün geçtiği hastanede, on beş yaşında yitirdik. Bir güruh, Berkin’i uğurlayan milyonlara, gömütlük dönüşü, tekbir getirerek saldırdı. Yöntem hep aynı. Size de kanlı pazarları, komando kamplarını, Kahramanmaraşları, Sivasları çağrıştırmıyor mu? Aynı kıyıcılık, aynı acımasızlık. Saldır üstüne saldırı. Barışçı gösteri hakkını kullanmaya çabalayan kitle ne zamana kadar kelle koltukta, kurbanlık durumunda yaşar? Sahneye koyanlar bunun bir sınırının bulunduğunu, kitleden de karşı koyanların çıkacağını çok iyi biliyorlar. Bu noktadan sonra sapla samanın karışacağını, savunma durumundayken ölümlü olaylar oluşmasından da saldıranlar değin göstericilerin, saldırıya uğrayanların da sorumlu tutulacaklarını, “kıyımcı” sayılacaklarını; bir zaman sonra ise tümüyle karşılıklı çarpışmaya dönüşeceğini çok iyi hesaplıyorlar. Bu tezgâh hep böyle işletilmiştir.
Ardından ise bol yıldızlı birileri, kurtarıcı edasıyla ulusun başına çöreklenir. “Adil” olsun, diyerek bir oradan bir oradan insanları darağacına gönderir. Binleri işkenceden geçirir. Şansından sağ kalanların kemerlerini, dilleri dışarı çıkana dek sıkar. Kitap suç aracı sayılır. Okumak, yıllarca hapis yatmanız için yeterli olur. Bunun adını herkes bilir: Faşizm! Kimi namuslular yine yurdunun değerlerini yadsımadan faşizme karşı bilimsel savaşımını sürdürür. Kimileri ise bu faşist yönetimi destekledikleri onlarca kanıtla bilinen devletlere sığınır, yıllarca o devletlere çalışır, kapağı attığı ülkeden ulusuna, yurduna sövmekle ömür tüketir.
Yurdun, toprağın bebesi, kadını daha da yoksullaşır. Onuru, gururu kalmaz, elinden onlar da alınır. Kömüre, gıdaya, sağlığa, eğitime, onura muhtaç duruma getirilir. Sonrasında demokrasiye geçiyor, demokrasi yaşanıyor süsü verilmekte de gecikilmez. “Muhtaçlar” toplumunda; aşiret, cemaat, tarikat koşullarında sandıklar, seçimler, (dindi, etnisiteydi, mezhepti, tarikattı) beyin afyonlamalar derken bir de güzel demokrasi yapılır ki tadından yenmez!
Bir dahaki yayılmacı bölüşüm çatışmasına, ekonomik bunalımına değin mis gibi olmasa da “miş” gibi durum “idare” edilir.
Yazık ki nasıl yazık! Tüm acıyı bilinçli, duyarlı; haklar nedir bilen, yurt, özgürlük, eşitlik, onur, uygarlık, gerçek barış nedir bilen, kendine emek veren insanlar çekiyor.
*Dil Derneği Yayın Kolu Başkanı ve şair
