Türkiye bugün bir Kürtçülük sorunuyla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu tam bir “Kürt Sorunu” değil, tamamen Kürtçülük sorunudur. Kürtçülük sorununun kaynağı çok gerilere gitmektedir ve günümüze geldiğimiz zaman çok boyutluluk göstermektedir. Kürtçülük sorununun ark planında hep emperyalist güçler bulunmakta, çıkarları doğrultusunda kaşımaktadırlar. PKK’yi kurduran ve Kürtçülüğün silahlı kolu yapan da, her türlü desteği veren de Amerika’dır. İkincisi batılı destekçilerdir.
Büyük Önder Mustafa Kemal Paşa, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında Doğu’daki Kürt hareketlerini belgeleriyle yazdığı “Nutuk”ta anlatmıştır ve “Belgeler okununca bugün ve yarın için uyarıcı sonuçlar çıkarılacağını umarım” demiştir. Fakat ne yazık ki, biz ders çıkaramadık; bugün olduğu gibi hep günü kurtarmakla uğraştık...
8 Haziran 1919: Diyarbakır Vali Vekili Mustafa’dan 9. Ordu Müfettişliğine şifre tel: “...Diyarbekir’de kimi gençlerden oluşan kürt Cemiyeti(nin) İngiliz koruyuculuğunda bir Kürdistan bağımsızlığı izleyici propaganda yapması üzerine buraya gelen Süleymaniye siyasal hâkimi Mister Noel’in düşüncelerine kapılarak halk arasında bunun şiddetle reddedilmesi ve bu girişimlerin Cemiyetler Kanunu’na uygun olmaması nedeniyle, sözü geçen Cemiyet kapatılarak vilayetçe yasal kovuşturma yapılmakta bulunulmuştur...” (Nutuk, Belge 8)
15 Haziran 1919: 9. Ordu Müfettişi M. Kemal’den Diyarbekir Vali Vekilliğine şifre tel: “C. 8/6/1919: Bütün ulusun kalımını (bekasını) ve bağımsızlığını kurtarmak için birleştiği şu tarihi günlerde bir yabancı devletin koruculuğuna sığınarak horlanmış ve tutsak yaşamayı yeğleyen her türlü görüşlerin, ülkeyi bölücülüğe düşürecek her çeşit derneklerin dağıtılması pek yurtseverce ve zorunlu bir görev olmakla, Kürt Kulübü konusundaki davranış biçimi bence de pek uygun görülmüştür... Diyarbekir ve çevresinde de Müdafaa-i Hukuku Milliye ve Reddi İlhak derneklerinin kurulmasına ve yerleşmesine aracılık edilmesini önemle salık veririm...” (Nutuk, Belge 9)
Bu ülkenin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le devam edelim:
“Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden meydana gelmiştir ve bu iki unsur bütün çıkarlarını ve geleceklerini birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu, ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olamaz.
Varsayalım Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar giden, Harput’a kadar giden bir sınır aramak gereklidir. Ve hatta, Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de gözden uzak tutmamak gerekir.
Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilatı Esasiye Kanunu (Anayasası) gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi livanın1 halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak yöneteceklerdir.
Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerektir... Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden meydana gelmiştir ve bu iki unsur bütün çıkarlarını ve geleceklerini birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki bu, ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olamaz.”
Atatürk’ün 16 Ocak 1923 yılında bütün gece süren bir ”İzmit Basın Toplantısı” düzenledi. Burada kastedilen yerel özerklilik belediyelerle ilgilidir ya değilse, otonom bir idare biçimi kastedilmemiştir. Atatürk’ün ”özerlik” sözünü tersyüz etmenin ya da çarpıtmanın hiç kimseye bir yararı yoktur. Eğer Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, özerlik anlayışını ”otonom” bağlamında kullansaydı; Cumhuriyeti ilan ettikten sonra 1924 Anayasası’nda ortaya koyar ve gerçekleştirirdi.
Bugün Kürtlerin Amerika ve Batının desteğine güvenerek otonom ya da federasyon ve sonraki aşamasında bağımsızlık istekleri ve kendilerine göre bir halk oylaması kaçınılmaz bir durum olarak karşımıza gelecektir. Bugün Türkiye’nin ortasında ve batısında yaşayan Kürtlerin sayısı Doğu ve Güneydoğu’da yaşayanlardan fazladır. Bu Kürtler ne olacaktır? Dış güçler kışkırtmasıyla; alavere dalavereyle yapılacak bir halk oylamasında batıda yaşayan Kürtler de oy kullanacaklar mıdır?
Bugün, “Barış süreci” diye yutturulmaya çalışılan çabalar, ayrılıkçı Kürtçülerin işine yarayacaktır. Bebek kâtili ve elli bin vatandaşımızın öldürülmesinden sorumlu “Öcalan”a özgürlük söylemleri, mitiningleri ve bu taban hazırlayan partiler tarihin çöplüğünde hesap vereceklerdir.
Türkiye’de kimilerin ileri sürdüğü gibi bir “Kürt Sorunu” yoktur. Türkiye’de son elli yıldır hazırlanan 2010 tarihinden sonra gündeme sokulan BOP Projesi bağlamında bir “Kürtçülük Sorunu” vardır. DEM’in TBMM’ne sunduğu raporunda bu ayan beyan ortadadır. DEM, laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı olduklarını bir kez daha ortaya koymuşlardır.
Ahmet Süha Umar-24 Aralık Cumhuriyet’teki köşe yazısında “Öcalan’ın taleplerini içeren DEM raporunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin “ulus devlet” niteliğini ortadan kaldıracak; devleti ulusu ve ülkesiyle bölecek; Irak ve Suriye gibi, Türkiye’de de Kürt özerk yönetimine dönüşecek bir yapı öngörülmektedir. Bu yapının Suriye’de SDG ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile birleşmesinin planladığı anlaşılmaktadır. DEM raporu, Büyükelçi Barrack’ın dile getirdiği, ABD’nin “ulus devlet” şikâyeti ile örtüşmektedir” diye yazmaktadır.
Birinici Dünya Savaşı esnasında Türk topraklarında Ermenistan haritası çizen, ABD Başkan Wilson’un, “Türkleri Avrupa’dan atmak; İstanbul’u uluslararası bir kent yapmak; kapitülasyonların devamı ve Anadolu’da bir Ermeni ve bir Kürt yurdu kurmak” hülyası ve Sevr Antlaşması’yla da Osmanlı’nın tabutuna son çiviyi çakmaya hazırlanıyordu. Fakat, karşılarında sarı saçlı, mavi gözlü Mustafa Kemal Paşa’yı buldular.
Bu amaçla 1800’lerden sonra Anadolu’da Ermeniler üzerinde çalışarak, Ermeni çocuklarını okullarda ve ABD’ye götürüp eğiterek ve geri Anadolu topraklarına getirerek isyanlar yoluyla planlarını gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. Taşnak ve Hınçak terör örgütleri ilk elde 1890 yıllarda bu amaçla kuruldu. 1900’lerde yavaş yavaş Anadolu topraklarında 20 Ermeni terör örgütü daha kuruldu. Bunlar Anadolu’da halkı katletmeye başladılar. Osmanlı Ordusunu arkadan vurdular ve dolaysıyla tehcir zorunlu hale geldi.
Serv Antlaşmasını kabul ettiremeyen emperyalistler nüfus yoğunluğu açısından fazla olan Kürtleri eskisinden daha fazla kaşımaya, kışkırtmaya ve isyanlar çıkarılmasına çalıştılar. İsyanlar konusunda başarı sağlasalarda, bu isyanların hepsi bastırıldı ve suçlular gerekli cezalara çaptırıldılar. Fakat, PKK’yi 1970’lerden itibaren ülkenin başına bela ettiler. Bugün de meyvesini toplamaya çalışıyorlar.
1980’lerden sonra kurulan Kürt kökenli partilerden ve en son DEM’den doğudaki sorunlara ilişkin net bir öneriler paketi sunduklarına tanık oldunuz mu? Varsa ya da yoksa bölmek, bölücülük yapmak.
Peki, bugün gelinen noktada doğunun sorunu ve çözümü nedir?
- Feodal yapı ve bunun çözülmesi kaçınılmazdır.
- Aşiret yapılanması ve çözümü şarttır.
- Toprak ve köy ağalığı ki, toprak reformu kesinlikle yapılmaldır.
- Demokrasi ve insan hakları ki, gereği yerine getirilmelidir.
- İşsizlik ortadan kaldırılmalı ve hem devlet hem de özel sektör yatırımlar yapmalıdır. Doğunun kalkınması sağlanmalıdır.
- Eğer mayınlı alanlar varsa, mayınlar temizlenerek topraklar halka dağıtılmalıdır.
- Cemaat, tarikat ve benzeri inanç kökenli yapılaşmalar dağıtılmalı ya da yasaklanmalıdır.
- Yuvalar açılmalı, anaokullarından itibaren erkek-kız çocuğu olduğuna bakılmaksızın tüm çocuklar okula gönderilmelidir.
- Küçük yaşlardaki evliliklere (çocuk evlilikleri) son verilmelidir.
Bu önerilere belki daha da eklemeler yapılabilir. Bunların gerçekleştirilmesi aşırı Kürtçülüğün önüne set çekecek halkımız huzur ve güven içerisinde kardeşçe yaşayacaktır.
Peki bunlar gerçekleşir mi? Emperyalizme uşaklık yapılmazsa, elbette gerçekleşir ama, belki biraz zaman alır.
Peki, Kürt ya da Doğu Sorunu’nu akılcı, mantıklı yöntemlerle çözmek istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Çözümün düğümü burada bulunmaktadır...
