İsveç, Avrupa’nın kuzeyinde refah düzeyi standartların üzerinde bir ülke olma özelliğini korurken karşı karşıya kaldığı tehliklerde mevcuttur. Bu tehlikelerin başında kuşkusuz yaşamlarını daha da kolaylaştırmak isteyen uyuşturucu tekelleri ve bunların uzun kolları konumundaki uyuşturucu yoluyla sıcak para kazanan sokak çeteleri gelmektedir. Her yıl kilolarca uyuşturucu ele geçirilmekte, ama yine uyuşturucu kaçakçıları bir yolunu bularak ülkeye sokarak, satışını yapmaya devam etmektedirler.
Uyuşturucu kullanımının küçük yaşlara kadar düştüğü gözlemlenirken, bu sadece zenginler ve çocukları olarak görmemek gerekir. Uyuşturucu satıcılığından para kazanmak için gönüllü çete üyesi olan küçük yaşta çocuklar, aynı zamanda uyuşturucuda kullanmakta ve başkalarını da bu işe alıştırmaktadırlar. En son olarak kuzeydeki Sundsvall Bölgesinde e-sigara kullanan ve hastanelik olan 15 yaşın altındaki çocukların ne içtiği henüz bilinmemektedir. E-sigaranın içeriği kontrol için laboratuvara gönderilmiştir.
Aftonbladet gazetesi muhabiri İsveç Meclisi’nde bulunan siyasi partilerden dört tanesinin meclis yanındaki dışarıdan gelen milletvekillerinin kaldıkları binada ve orada bulunan partilerin idari bürosundaki tuvalet yüzeyleri uyuşturucu bulaştığında renklendirilen kokain mendilleriyle silindi. Bu mendiller, İsveç’in ünlü Karolinska Üniversitesi Hastanesi’nin laboratuvarlarında inceletilerek kokain kullanıldığını ortaya çıkarmıştır. Bu partiler, Liberaller, İsveç Demokratları, Sol Parti ve Sosyal Demokratlardır. Kokain kalıntıları musluklar, lavabolar ve çevresine nasıl bulaşmış henüz bilinmemekte ya da tespit edilememiştir. Bu partilerin başkanları bu durumu kabul etmemekte, lafazanlıkla geçiştirmeye çalışmaktadırlar. Bunu büroyu ziyaret eden misafirlerin bu tuvaletleri kullandıklarını da ileri sürerek olayı misafirlere yıkmak gafletine de düşmektedirler. Kokaini kim kullanırsa, kullansın ama, olayın gerçekliğinin kabul edilmesi gerekmektedir.
Bu olayın gerçekliğinin kabullenilmesi şu soryu gündeme getirecektir. Kokain kullanan parti mensupları ya da milletvekilleri uyuşturucuyu önleyecek önlemleri ya da yasaları nasıl ortaya koyacak ve yürütülmesini sağlayacaklardır? İsveç’te uyuşturucu maddeler kullanımı azımsanamayacak kadar yaygındır. Bunu ülkeye sokulan ve yakalanan uyuşturucu trafiğinden anlamak zor olmasa gerekir. Siyasi partilerin bunu inkar yoluna sapmak yerine, polis gücünü ve kaynaklarını artırarak uyuşturucu ile sıkı bir mücadelenin yollarını genişletmek olmalıdır.
ORHAN PAMUK VE VEBA GECELERİ
Orhan Pamuk, Türk Edebiyatı’nın tanınmış yazarı olduğu kadar, dünya edebiyatı’nda da önemli bir yer edinmiş Türk yazarıdır. Kitapları İsveççenin yanı sıra dünya dillerine çevrilmektedir. İlk romanını 1980 yıllarda yazan Pamuk, ondan sonra sürekli yazan ve üretken bir yazar kimliğine bürünmüştür. 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştır. O tarihten sonra Amerika’ya yerleşerek orada yazmaya devam etmektedir.
Orhan Pamuk’un son romanı “Veba Geceleri” Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş yıllarını anlatmaktadır. Yazar, neden böyle bir konuyu gündemine almıştır bilinmez ama günümüz Türkiye’siyle bir paralellik mi, kurmak istemiştir. Dinci tarikat ve uzantılarının bir örümcek ağı gibi ülkemizi sarmaları, hilafet ve şeri’at diye gösteriler yapmaları onda Osmanlı’nın içine sürüklendiği hilafetçi kafalarla özdeşleştirme yoluna mı, gitmiştir. Elbette roman baştan aşağı okuyunmayınca anlaşılmaz.
İsveççeye İngilizceden Mats Andersson tarafından çevrilerek Norstedts yayınları arasından çıkmıştır. Bu konuda Expressen gazetesi Kültür sayfasında bir değerlendirme yazısı Kültür Şefi Victor Malm yayınlanmıştır. Malm, incelemesinde; “Çok yaşa Minger! Yaşasın Mingeryalılar! Yaşasın Özgürlük!” Orhan Pamuk'un "Veba Geceleri" bu sloganlara ulaştığında -tam olarak 635 sayfa sürüyor- neredeyse kanepede bağırarak eşlik ediyorum. Sırtından aşağı alışılmadık bir ürperti iniyor. Neredeyse kendime milliyetçi demek istiyorum. En azından Mingeryalılar. Eleştirmenlerin genelde bedenle tartışmaması gerekir ama bu garip roman beni bir istisna yapmaya zorluyor. "Veba Geceleri", Osmanlı İmparatorluğu'nun kurgusal bir Akdeniz bölgesi olan Minger adasında 1901'de yaşanan veba salgınını konu alan, kışkırtıcı, hantal, bilimsel düzyazıyla yazılmış, fantastik bölümlerle fazlasıyla süslenmiş ahşap bir akademik kitap olduğu iddiasındadır. Buna uygun olarak, iç yaşamı ve bölünmeleri, eski imparatorluğun ölmekte olduğu 19. yüzyılın sonlarında Osmanlıların taşımak zorunda olduğu isim olan Avrupa'nın Hasta Adamı'nın neredeyse mükemmel bir görüntüsüdür.
Romanı bu çürümenin didaktik ve doğru bir alegorisi olarak okumak elbette mümkün: Paranoyak bir padişah, ülkenin iyiliğinden ziyade kendi bekasını düşünen valiler, yozlaşmış bir devlet bürokrasisi, İslam'ın ebedi kanunları ile İslam'ın ezeli kanunları arasındaki çatışmalar. yeni Batı Aydınlanması. Her şey dahildir. Kahramanlarımız ise bir bulaşıcı hastalık doktoru ve yerinden edilmiş bir Osmanlı prensesidir. Bu şekilde okunduğunda, Erdoğan'ın anti-modern rejiminin Pamuk'a kitap nedeniyle dava açması şaşırtıcı değil.”
Bu incelemeden anlaşıldığı üzere roman hakkında Türkiye’de dava açılmiştır. Bunu Türk basınında okumadım. Doğruluğu konusunda bilgi sahibi değilim. Eğer dava açılmışsa, gerekçelerini bilmek gerekir.