İsveç’e Türklerin yoğun olarak turist işçi statüsünde kırsal kesimden gelmeye başlamaları 60’lı yılların ortalarına denk geliyor. 1970'li yıllarda aile birleşimiyle Türk nüfusun hızla arttığı görülüyor. Buna 1980 sonrası siyasi mülteciler ve 1970 ile 2000 yıllarına kadar evliliklerin yüzde 90’dan fazlasının Türkiye’de yaşayanlarla yapıldığı hesap edilirse, nüfusun çoğunluğunu Türkiye doğumlu anne babalar oluşturuyor.
İlk gelenlerin para biriktirmek ve geri dönmek hayalleri çocukları herşeyden uzak bir sosyal ve kültürel yaşama mahkum ediyor. İçerisinde yaşadıkları İsveç toplumunda kültürel ve sosyal olaylardan ve çalışmalardan uzak tutuyor. 1990’lara kadar lise eğitimine devam eden kızlarının oranı yüzde 1 ya da 2 dolaylarını geçmiyor. Ailelerin ağzından hep geri dönüş sözleri dökülüyor. Dolaysıyla Türklerin kendi içerisinde çok kaplı bir toplumsal yaşam sürdürdükleri görülüyor. Bir ölçüde kendi kabuklarını kırabilecek sosyal dinamiklerden uzak bir yaşam...
Bu bağlamda İsveç’te yaşayan Türkler arasında kültürel ve sosyal çalışmalar daha çok bireyselcilikten ileri geçemiyor. 1980 yıllar sonrası “Bizim Tiyatro (çocuk tiyatrosu)”, “Halk Oyuncuları”, Rosengård’daki tiyatro çalışmaları söylenebilir ama uzun ömürlü olamamışlardır. Halk Oyuncularından yetişen Fikret Çeşmeli bireysel olarak çalışmalarına devam etmektedir. Ressamlarımız hep Türkiye kökenlilerdir, İhsan Aydın, Rauf Alazan, Hasan Erdemir heykeltraş İlhan Koman ve ünlü Nobel Edebiyat Ödülü alan yazarlar fotoğrafçısı Lütfi Özkök...gibi.
İsveç Devlet Tiyatrosu çatısı altında kurulan Türk – İsveç Tiyatro Derneği ilk yıllarda Türkiye’den sanatçılar getirerek gösteriler düzenlemiştir. Fakat bunun yerine kendi topluluklarını kurarak yetiştirme yönünde yeni yeni adımlar atılmıştır. Bünyesinde kurduğu Çocuk Tiyatrosu’yla çalışmalarını Burcu Ada Soysop yönetiminde sürdürmektedir. Bunun yetişkinler ayağının da ortaya çıkması ve gösterilerin hem Türklere hem de İsveçlilere yönelik sürdürülmesi olanaklı hale getirilmelidir. Çocuklarımız ortaya koydukları oyunlarını başarıyla sürdürmektedirler. Bu toplumumuz için iyi bir kültürel kazançtır.
İsveç genelinde yaşayan Türklerin kültürel olarak henüz arzu edilen seviyesi yakalamış oldukları pek söylenemez. Kendilerine özgü sanatsal çalışmaları olan topluluklar ya da bireyler henüz yoktur. İsveç’te doğup büyüyen, sosyal ve kültürel olaylara yönelik çalışmalar yapan çocuk ve de gençlerimiz ortaya çıkmamıştır. Bu durum İsveç’te yaşayan Türk toplumu açısından büyük bir eksikliktir. Bunun nedenleri mutlaka araştırılmalıdır. Türk çocukları yeteneksiz midirler, elbette hayır... Öyle ise bunun nedeni nedir?
İlk elde Nermin Abadan-Unat (bitmeyen Göç), Sema Erder Köksal (Refah Toplumunda Getto -İsveç), Aslan Mengüç (İlk Gelenler -İsveç), Bülent Kaya (Sevgileri Boşaltılmış Evler) kitaplarını karıştırdığımız zaman göçün sancıları hakkında pek çok şey öğreniyoruz. Her göç kendi içerisinde sancılı ve hasarlı olmuştur. Kırsal kesim kökenli insanlarımızın ilk göç şokunu atlattıktan sonra içerisine geldikleri gelişmiş sanayi kentlerin yaşamına yavaş yavaş ayak uydurmaları beklenirken Türk toplumu açısından bunun tersi olduğunu görüyoruz. Elli yıldan fazladır İsveç toplumu içerisinde yaşayan insanlarımızda ve gelen genç kuşaklarda fazla bir değişimin yaşanmadığına tanık oluyoruz. İsveç’te kurulan Türk Sivil Toplum Örgütleri ne yazık ki, havanda su döğmekten – bugün de böyledir - öteye geçememektedirler.
İsveç’te yaşayan Türkiye kökenliler kendi içlerinde ırksal, inançsal, kültürel ve siyasal olarak binbir parçaya ayrışarak hem bölünmüşler hem de kendi aralarında kutuplaşmışlardır. Bu durumun sosyal ve kültürel gelişmelere bir set çektiği, engel oluşturduğu gözlenebilir bir gerçek olarak karşımızda ve kendini hissettirmektedir. Görünen odur ki, bu durumu ortadan kaldırmak hem zor hem de uzun bir süreç işi olarak toplumuzun önünde durmaktadır. Toplumuzda her birey göz önünde duran gerçekleri bilerek görmezlikten gelmekte adeta üç maymunu oynamaktadır.
Eğitim sorunumuz ve çocuklarımızın eğitim içerisindeki konumları yürekleri sızlatan türdendir. Eğitimde göçmen grupları içerisinde alt sıralardaki yerimizi koruyoruz. Yüksek eğitime devam etme oranında gelişme gösteremiyoruz. Bir başka deyişle yerimizde sayıyoruz. Eğitimde ilerlemenin genç kuşakları yönlendirmenin yollarını hep birlikte elbirliği ile bulmak zorundayız. Ya değilse; sosyal ve kültürel olarak geri kalmışlığın hezeyanını her geçen gün yaşamakla karşı karşıya kalırız.
Gezegenimiz uzay aynı zamanda bilişim çağını yaşıyor. Bu çağda yetişen kuşakları çağdaş eğitim ve onun gereksinimleri doğrultusunda yetiştiremezsek, dün olduğu gibi bugünde, yarında ve gelecekte İsveç’in çöpçüleri rolünü oynanırız. Gençlerimiz okumuyor, kültürel olaylara ilgi duymuyor. Dil konusunda - İsveççe, İngilizce ve Türkçe – her üç dilde de yetersizlikleri sürüyor. Biz gençlerimizi eğitimsel, kültürel, sosyal ve siyasi olarak nasıl yetiştireceğiz? Bir iki örnekleme yapmak istiyorum: Bir öğrencim Hz. Mevlana’nın türbesini bilmem şu kadar ziyaret ederseniz “Hac’ca gitmiş kadar sevap kazanırsınız. Hatta hac yapmış olursunuz” diyorsa; bir öbürü, “Benim için eğitim önemli değil, dinim önemlidir” görüşünü dillendiriyorsa; biz bu çocuklara çağımızın durumunu nasıl anlatacağız? Din ve bilim. Neden hâlâ bu iki ayrı konuyu birbiriyle çatıştırıyoruz? Dini, aklın ya da bilimin önüne koymaya çalışıyoruz. Din, hiçbir zaman bilimin alternatifi değildir. O zaman, İslam toplumları neden geri kalmış tezini yineler dururuz.
İsveç’te Mart ayı içerisinde iki önemli kültür olayı tanık olacağız. Birisi Stockholm’da “ Yeni Türkü” müzik grubunun 3 Mart’ta Tumba Sahnesindeki müzük konseri, diğeri Göteborg (15), Malmö (16) ve Stockholm’da (17) Levent Üzümcü’nün “Anlatılan Senin Hikayendir” adlı tiyatro gösterisi. Bu kültürel olaylarda diliyorum ki, koltuklar boş kalmaz.