YÜCE DİVAN MI?
Mustafa Sönmez

YÜCE DİVAN MI?

Bu içerik 1045 kez okundu.

Sevgili okuyucular, hepimiz ülkemiz Türkiye’de son on iki yılda AKP döneminde yaşananları adım adım izliyoruz. Bu on iki yılda ortaya konan ya da yaşanan yolsuzlukların, sürgünlerin, gazetecilere, basına, halka uygulanan yasakların ve baskıların kendisinden önce geçmiş seksen yılda olanları kat kat geçtiğine hatta artık çekilmez bir boyuta geldiğne tanık oluyoruz.


17 -25 Aralık yolsuzluk operasyonu ve bilinenin ortaya çıkmasıyla 91 yıllık “Cumhuriyet Tarihi”mizin en büyük soygun olayını yaşadık. Ne yazık ki, on iki yılda herşeyi kendi doğrultusunda düzenleyen AKP iktidarı yolsuzluğu ortaya çıkaran polisler, savcılar hatta hakimler görevlerinden alınarak başka illere, başka görevlere atandılar. Son olarak da başka görev atanan önemli başsavcılar görevlerinden alınarak gözaltına alındılar. HSYK’nin büyük ölçüde yapısını da değiştirerek birtakım davalar için kendilerini garantiye almanın yollarını yarattılar.


Anayasa Mahkemsi Başkanı Haşim Kılıç, kendi ve yargı üzerindeki baskıları hukuksal çerçeve içerisinde dile getirmeye çalıştı, çalışıyor. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun her türlü olumsuzluğa karşın sürdürdüğü hukuk savaşı takdire şayandır.  Demokrasiyi içine sindirmiş olan yurttaşlarımız, hukukçularımız, aydınlarımızın “Demokratik Türkiye”yi yeniden kurabilmek için korkusuzca mücadele etmeye devam ediyorlar ama bu bile yetersiz kalıyor.


17 -25 Aralık büyük  yolsuzluk olayını ortaya çıktığı ilk günden itibaren ve o dönem başbakan olan Tayyip Erdoğan, bu olayın şokunu atlatır atlatmaz, “Bu iktidara karşı bir darbedir” yalanını işlemeye başlamış ve yandaş medyası da ondan eksik kalmayarak “darbe” yalanına çanak tutmuş ve hâlâ tutmaya devam ediyorlar. Yargıya yansıyan bu olayı böylece  yargının üzerinde bir baskı unsuru oluşturarak bertaraf etmenin yolunu buldular. Yargı üzerinde yaratılan algı operasyonları dolaysıyla bağımsız karar verme gücünden yoksun kaldı ya da yandaş hakimler tarafından takipsizlik kararları ortaya çıktı.


Türkiye’nin son on iki yılda geldiği nokta demokrasiden ve değerlerinden adım adım uzaklaşması olmuştur. Dolaysıyla adım adım bir AKP diktatörlüğü bir başka deyişle Tayyip diktatörlüğü ortaya çıkmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı eğitimi çağdaşlıkta arındırarak ülkeye, ülke gençlerine hiçbir şey veremeyen din eksenli bir içeriğe büründürmüştür. İsveç’te yaşayan vatandaşlarımız büyük bir çoğunluğunun Konya’nın Kulu ilçesinden olması nedeniyle bir örnek vermek gerekirse, Kulu’da bugün iki tane İmam Hatip okulu vardır. Kulu Anadolu Öğretmen Lisesi’nin üçüncü İmam Hatip Lisesine dönüştürüleceği haberini Kulu’nun Sesi Gazetesi sahibi Tamer Tuncay yazıyor. Kulu’ya Fen Lisesi açma çalışmalarının boş gittiğini yakınarak dile getiriyor. İşte eğitimizin içler acısı durumunu ortaya koyan basit bir örnek.


AKP ve iktidarının neresinden tutarsanız tutunuz elinizde kalacağı binlerce örnek vardır. AKP’nin yan örgütü olan UETD (Avrupalı Türk Demokratlar Birliği)’in Avrupa’da “hülle” yoluyla sahte imam nikahları kıyarak ahlaksızlık örnekleri sergilediği basının konusu olmuştu. Hak, hukuk, adalet ve dinden bahsederek saf Müslümanları kandırarak oy toplayan bu partinin izlediği yol ve düşünce ülkeyi ve halkı yalanlarıyla aldatmaktır. AKP iktidarının attığı her adım yalan üzerine kuruludur.
 

Sevgili okuyucular, sonucu önceden belli olan bir “Yolsuzluk Komisyonu” olayına tanık olduk. Yolsuzluğa bulaşan ve her türlü kanıtların bunu doğruladığı dört eski bakan hakkında komisyonda çoğunluğu AKP’li olan üyelerin oylarıyla “yolsuzluk” yok sayıldı. Komisyon eski bakanları “Yüce Divan”a göndermeme kararı aldı. Bu kararı almakla da kalmadı her türlü ses kaydı (tapeler) ve kanıtları yok etme kararı da aldı. İşte Türkiye’nin içine düşürüldüğü acıklı, acıklı olduğu kadar da vahim olan durum. CHP’li komisyon üyesi bir milletvekili açıklıyor, görüşmeler esnasında komisyon başkanına gelen bir telefon ve başkanın yüzünün kıpkırmızı olması... Milletvekili bu telefonu Cumhurun başı olan kişiden geldiğini iddia ediyor. Eğer bu yolsuzluk davası Yüce Divan’a giderse, ucu o zata kadar uzanacak da ondan...


Cumhurun başı 7. Büyükelçiler toplantısı için verdiği yemekte yaptığı konuşmada hâlâ 17 – 25 Aralık yolsuzluk operasyonuna “darbe” diyor. Şimdi sormak gerekiyor mu, bu durumda hangi AKP’li ya da gölgesinden korkan hakimler doğru ve vicdanlarının sesini dinleyerek karar verebilirler?!. Varın, siz düşünün...


Yolsuzluk ortaya çıktığı zaman yolsuzluğa büyük ölçüde karışan Rıza Zarraf için kendisi de yolsuzluğa karışan içişleri eski bakanı, “Ona dokunamazsınız. Gerekirse önüne yatarım” sözlerini kullanmadı mı? Oylama günü ne idüğü belirsiz “Sivil Dayanışma Platformu” adı altında yandaş gazetelere verilen çarşaf çarşaf ilanlar neyin nesi diye, sorgulamak gerekmiyor mu? Kim bunlar?.. İşte garip Türkiye’nin garip halleri... Komisyon’da AKP’li üyeleri aynı kafadan olunca, sonuç ortada....


Komisyonlar’da, TBMM’de ve yandaşlar topluluğunda yolsuzlukları yok saydırabilirler ama kamuoyu vicdanında bu yolsuzluğa bulaşanlar mahkum olmuşlardır. Gün gelir, hesapları teker teker sorulur. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın...


Yüce Divan mı? Haydi oradan... Bir sözümüz vardır: “Dağ fare doğurdu” diye. İşte komisyon için söylenebilecek en son söz bu...

DİĞER YAZILAR
Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
19 MAYIS 1919 TÜRK’ÜN DİRİLİŞ VE ŞAHLANIŞ GÜNÜNÜN ADIDIR
19 MAYIS 1919 TÜRK’ÜN DİRİLİŞ VE ŞAHLANIŞ GÜNÜNÜN ADIDIR
ERMENİLERİN KATLETTİĞİ 519 BİN TÜRK’ÜN ACI ÖYKÜSÜ
ERMENİLERİN KATLETTİĞİ 519 BİN TÜRK’ÜN ACI ÖYKÜSÜ